anasayfa kategoriler idesözlük müze rehberi köşe yazıları sunumlar amacımız bize ulaşın
› Kategoriler  

 


ANADOLU TAKI MİRASI

Süslenme, süs ve takı kullanma; ilk çağlarda bir inanca dayalı olarak veya süslenme gereksinimi nedeniyle ortaya çıkmış ve gelenekselleşerek günümüze kadar gelmiştir. Küçük topluluklar halinde yaşayan kabilelerin kendi örf, adet, görenekleri doğrultusunda yaşadıkları coğrafi çevreden temin edebildikleri doğal malzemelerle tasarladıkları takılar, geleneklerle de bütünleşip, sembolik anlamlar yüklenerek günümüze ulaşmışlardır.

Tarihi Gelişimi

Anadolu’da M.Ö. 2600-2000 dönemine tarihlenen en parlak ve yetkin takı objeleri Troya, Eskiyapar ve Alacahöyük’te prens mezarlarında bulunmuştur. Aynı döneme ait Anadolu’ nun değişik bölgelerinde ki buluntular, Anadolu insanının tasarımda ve döküm işlerinde daha o tarihte ulaştığı ileri düzeyi anlatmaktadır. Troya altın takılarında kullanılan granülasyon ve telkari teknikleri ise, daha ileri bir kuyumculuk çalışmasına işaret etmektedir.

Hitit döneminden altın mühür yüzük, altın “oturan tanrıça” amuleti, mezarlarda ölülerin ağız ve gözlerini kapayan, kol ve ayak bileklerine sarılan altın safihalarla, kulaklara yerleştirilen kulak tıkaçları Boğazköy (Hattuşaş)’de bulunmuştur.

M.Ö. 900’den sonra Anadolu’nun orta ve batısında kurulan uygarlıklardaki takılarda değerli maden ve taş kullanılmıştır.

M.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında Orta Anadolu’da egemen olan Frigya’nın kuyumculuk sanatına en önemli katkısı, özgün bir formu olan fibula'lardır.

Sardes’da özellikle doğulu motiflerin kullanıldığı fildişi oymacılığı ve değerli ya da yarı değerli taşların da başarıyla kullanıldığı teknik ve ustalıkla işlenmiş altın takılar ortaya çıkmıştır. Sardes, Lydia’nın başkenti olup M.Ö. 8. yy sonuyla 7.yy başında kimyasal işlemle ilk kez saf altının da elde edildiği  bölgedir.

Sonraki iki yy. Anadolu’nun batısında, saf ya da safa yakın ayarda altınla yapılan takılarda döküm, repousse, fligre, granülasyon gibi birçok kuyumculuk tekniği birarada kullanılmıştır. Kuyumculuk zanaatının doruğa ulaştığı yüzyılların en yetkin örnekleri, Efes Artemis Tapınağı adak çukurunda ve Uşak çevresinde bulunmuştur.

Anadolu’nun ana tanrıçası ile Helenler’in anavatanındaki tapınma biçimini birleştiren ana tanrıça Artemis tanımı, dönemin takı sanatını da biçimlendirmiştir. Evrensel, uygarlığın koruyucusu, doğanın yöneticisi ve arıların kraliçesi tanrıçanın üç farklı karakteri, takılarda görülen arı, hilal ve atmaca motiflerinde anlatımını bulmuştur.

Aynı dönemde M.Ö. 900-600 arasında merkezi Van olan Urartu krallığının önde gelen kentleri Altıntepe, Patnos, Adilcevaz ve Toprakkale ’deki prens mezarları, tapınak, saray ve depolarından çıkan eserler, granülasyon tekniğinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Bu zor kuyumculuk tekniğinin ustası olan Urartular’ın değerli metalleri işlemede ulaştıkları başarıyı göstermektedir.

Arkaik ve klasik dönemlere ait Anadolu takıları, yaygın olarak telkari ve mineleme teknikleriyle yapılmıştır.

M.Ö. 545’ten itibaren Pers egemenliğine giren Anadolu’da bir kez daha doğu ve batı kültürü harmanlanmıştır. Anadolu’nun hemen her yerine yayılan dönemin takılarının en çarpıcı özelliği, üzerlerindeki yarı değerli taşların ve bunların cam taklitlerinin kullanımlarının çok artmış olmasıyla takıların çok renkli bir hale gelmesidir.

Dönemin kuyumculuk merkezleri Sardes ve Çanakkale Boğazı üzerindeki Lampsakos’ta biçimlenen takılarda özellikle üçgen, baklava motifi ve üçgen piramit süslemeler çok kullanılmıştır.

Arkaik ve klasik çağlar boyunca hemen yalnızca tapınaklara adak ve mezarlara sunu olarak yapılan ve çok nadir kullanılan takılar, Hellenistik dönemde, insanların gündelik yaşamlarına girmiştir. Bol bol insan ve hayvan figürleri kullanılan Hellenistik dönem takıları, bol granülasyon ve filigre ile zenginleşmiştir. Zümrüt, yakut, agat, aquamarin, grena, karneol, sard, plasma, amatist gibi değerli taşlar, Hellenistik dönem takılarına yerleşmiştir. Motiflerde de farklılıklar oluşmuş; menadlarla eroslar, zenci tasvirleri, aslan, boğa, geyik gibi hayvanların başları sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönemde Herakles düğümlü takılar çok kullanılmıştır.

Takılarda inci, jasper ve camın kullanılması, renkli kakmacılığa başlanması M.S. 200-400 Roma dönemine rastlamaktadır. Romalı kuyumcular, geliştirdikleri stampa ve savat teknikleriyle zanaatı da daha ileri bir noktaya taşımışlardır.

Bizans İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde kuyumculuk, form ve teknik olarak Roma kuyumculuğunun devamı niteliğindedir. Özellikle altınla birlikte değerli ve yarı değerli taşların ve organik maddelerin kullanıldığı gösterişli takılarda mine kullanılmıştır.

Bizans takıları, Roma ve Hellenistik dönemin geleneklerinin Hıristiyanlıkla harmanlandığı özgün ürünler olarak hem Batı’yı hem de kendilerinden sonra Anadolu’da yaşayan Selçuklu ve Osmanlı kuyumculuğunu etkilemişlerdir.

Takının Anadolu’daki yolculuğu sırasında edindiği farklı üsluplar arasında en özgün olanı, bu topraklara Selçuklularla birlikte gelen Türkmen boylarının getirdiği üslup olmuştur. Geleneksel teknolojinin basit araçlarıyla üretilmişlerdir.

Orta Asya kökenli Türkmen takı geleneği, kökleri çok eskilere dayalı bilinmedik sırlarla dolu, çok ince bir sanata dayanmaktadır. Değerli taşların yerleştirilme biçimi, kullanılan geometrik formlar, her birinin etnolojik olarak farklı anlamlar taşıyor olması, Türkmen takı geleneğinin özgünlüğünü yansıtmaktadır.

Selçuklu döneminde altın ve gümüş takılar daha çok Konya ve Alaiye’de yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar Anadolu’da her türlü değerli maden, değerli taş ve süsleme teknikleri denenmiş, çeşitli formlar geliştirilmiştir.
Osmanlı kuyumculuğu, miras aldığı tarihi kültürel zenginlikle birlikte İmparatorluğun yayıldığı geniş coğrafyanın birikimlerini de yansıtmış, bol bol insan ve hayvan figürleri kullanılan Hellenistik dönem takıları, bol granülasyon ve filigre ile zenginleşmiştir.

İlk dönemlerde daha sade olan takılar, sonraları giyimin ayrılmaz bir parçası haline dönüşmüş ve giderek daha gösterişli olmaya başlamıştır.

Osmanlı kuyumcu ustaları kakma, çalma, oyma, savat, telkari, hasır, mıhlama gibi tekniklerle çalışmışlardır. Osmanlı takılarının en önemli özelliği, İmparatorluğun çoğulcu yapısını yansıtan çeşitliliği olmuştur. Çok değişik parçaların yan yana kullanılması bir yana, farklı tarza sahip, karşıt renklerin de büyük bir uyumla kullanıldığı takılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun özgünlüğünü yaratmıştır.

Günümüzde taş, metal, ağaç, kemik, kumaş, cam gibi temel maddelerin yanı sıra, artık malzemelerden de elde edilen takılar, güçlü bir kültürel birikimin geçmişten günümüze yansıyan örnekleridir ve  bu görkemli takı geleneğinin üzerinde biçimlenmiştir.

Binlerce yılın içinden süzülüp gelen kuyum tekniklerinin incelikleri, detaylarda saklanan derinlik, birbirinin içinden geçerken başkalaşan kültürlerin izlerini süren tasarımların zenginliği, bu topraklarda yetişen kuyumculara kalan değerli mirastır.



detaylı bilgi için bkz.

 


    Kapat
 

  Gülgün Köroğlu, Anadolu Uygarlıklarında Takı, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları; İstanbul, 2004,
    Yıldız Akyay Meriçboyu, Antikçağ'da Anadolu Takıları, Akbank Yayınları
    Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Antik Takılar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1999

 
     
 
 
› İlgili kategoriye ait ürünler
İlgili kategoriye ait herhangi bir ürün bulunmamaktadır.

› Bunları biliyor musunuz?
Birsen Malkoç
Tüm hakları saklıdır. © 2024 idesanat.com
Önemli Bilgiler
1. İçeriğimizi başka bir sitede paylaşıyorsanız, lütfen kaynak belirtmeyi unutmayın, ilginize teşekkür ederiz.
2. Sitemizde bulunan bir içeriğin telif haklarına veya yasalara aykırı olduğunu düşünüyorsanız lütfen bize bildirin.