anasayfa kategoriler idesözlük müze rehberi köşe yazıları sunumlar amacımız bize ulaşın
› Sözlük
Saray Nakkaşları
Abdullah Buhari
    Kapat
 

Abdullah Buhari

Daha çok minyatür ustası olarak tanınan sanatçı, güçlü bir çiçek ressamıdır. Şemselerinde manzara resimleri bulunan lake ciltler en önemli eserleridir.

 
     
Ahmed Nakşi
    Kapat
 

Ahmed Nakşi

Şairliği ile ün kazanmış nakkaşlardandır. XVI.yy sonu ve XVII.yy. başlarında şehnameci Nadiri ile birlikte çalışmıştır.

Doğaya sadık kalan bir gerçekçilik benimseyerek figürleri portre karakterinde resmetmesi, kompozisyonlarına derinlik katmaya çalışması; üç boyutlu kale ve kent betimlemeleri onu XVI. yy. nakkaşlarından farklı kılmıştır. Bu açıdan Osmanlı minyatürünün gelişiminde ayrıcalıklı ve önemli bir yere sahiptir.

Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul, 2004

 
     
Ahmet Karahisari
    Kapat
 

Ahmet Şemseddin Karahisârî, h.875 (1470)'te Afyonkarahisar'da doğmuştur.
Karahisârî , Yâkût el-Müsta'sımî üslûbunu yeni bir yorumla canlandırmış, celî ve müsennâ yazılarda Fâtih devri hattatlarından Yahyâ Sûfî ve Ali b. Yahyâ Sûfî'nin yazılarını örnek alarak harf ve kompozisyon bakımından daha güzel bir âhenge kavuşturmuş, kendi adıyla anılan bir üslûp ortaya koymuştur.

Karahisârî, Mushaf, en'âm, dua mecmuası ve murakka olarak pek çok eser vermiştir.
Kanûnî Sultan Süleyman için yazdığı Mushaf-ı Şerif, yazısı, tezhibi, cildi ve ebadı ile devrinin medeniyet aksettiren en ünlü eseridir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde bulunan bu Mushaf-ı Şerif (Hırka-i Saâdet nr. 5) 61,5 x 42,5 cm ebatında olup benzerlerinin en muhteşemidir.

 
     
Ali Üsküdari
    Kapat
 

Ali Üsküdari

XVIII.yy.da çiçek ressamlığı alanında en büyük ustalardan biridir. Tezhip ve lake ustası olarak da bilinir.

S.Ünver, Müzehhip ve Çiçek Ressamı Üsküdarlı Ali, İstanbul 1954

 
     
Baba Nakkaş
    Kapat
 

Baba Nakkaş, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinden sonra nakkaşbaşılığına getirilmiş, çok önemli bir sanatkardır.
Asıl adı Muhammed Şeyh Bayezid olan Baba Nakkaş’ın doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Muhtemelen 1430 – 35 lerde doğduğu tahmin edilmektedir.İstanbul’un fethinden sonra Saraya kabul edilmiş olması tarihsel açıdan uygun düşer. Görevinde yükselmesi ve Nakkaş Başı olması ise, 1466 ya tarihlenebilir. Çünkü Fatih Sultan Mehmet tarafından kendisine mülk olarak Çatalca’daki Nakkaşköy’ün (o günkü adıyla Kutlubey köyü) verilmesini belgeleyen Vakıflar Genel Müdürlüğündeki “temlikneme” suretindeki tarih; 1466 dır. Yaklaşık 10 Sene sonra Saraydaki konumu ve Padişahın takdirlerine mazhar olduğunu kanıtlayan ikinci bir belge ise, Padişah tuğralı, 1475 tarihli, İnceğiz nahiyesinden birçok emlak ve Nakkaşköy de yaptırdığı mescit’in Baba Nakkaş’a verilmesini belgeleyen vakfiyedir.

 
     
Hüseyin Istanbuli
    Kapat
 

Hüseyin Istanbuli

Sultan IV.Mehmed (1648-1687) ve II. Süleyman (1687-1691) dönemlerinde eserler veren Hüseyin İstanbuli, Osmanlı minyatür sanatının gelişmesinde etkin bir rol oynayan usta bir nakkaştır.

 

 

 
     
Kapıdağlı Konstantin
    Kapat
 

Kapıdağlı Konstantin

XVIII.yy. sonlarından özellikle III.Selim (1789-1807) döneminde etkin olan Rum asıllı Konstantin, kağıt üzerine guaj boya ve tuval üzerine yağlı boyayla büyük boyutlu resimler yapmıştır. I.Osman’dan III.Selim’e kadar hüküm sürmüş Osmanlı padişahlarının portrelerini yapan sanatçı, III.Selim’den önceki sultanların fizyonomisi ve giysilerini doğru yansıtabilmek için Levni’nin Silsilename’sine başvurmuştur. Yeni anlayış ve tekniğin ürünü olan bu dizi portreler II.Mahmud döneminde Londra’da gravürlenerek ‘Young Albümü’ adıyla basılmıştır.

Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul, 2004

 
     
Karamemi
    Kapat
 

Karamemi
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde  saray nakışhanesinin baş müzehhibi olan Karamemi XVI.yy. ın en önemli tezhip ustalarından biridir. Natüralist uslubun doğması ve yerleşmesinde önemli bir sanatçıdır.

S.Ünver, Müzehhip Karamemi, İstanbul 1951
M.Cunbur, Kanuni Süleyman’ın Başmüzehhibi Karamemi, Önasya C.’, Ankara 1967

 
     
Levni
    Kapat
 

Levni (1680-1732)

Minyatür geleneğinin son temsilcilerinden biri olan Levni, aynı zamanda ünlü bir halk şairidir. Derinlik kazandırılmış kurguları ve ifadeli çehrelere sahip figürleriyle XVIII.yy. Osmanlı minyatürüne yeni bir soluk katmıştır.

 
     
Matrakçı Nasuh
    Kapat
 

Matrakçı Nasuh ( ….. -1564)

Osmanlı minyatüründe topografik ressamlık adı verilen bir tasvir türünün yaratıcısı sayılan Matrakçı Nasuh’un asıl adı Nasuh bin Karagöz bin Abdullah el Bosnavi’dir.

II.Beyazıd döneminde Enderuna giren ve Sai Çelebi’nin öğrencisi olan Nasuh, nakkaşlığının yanı sıra iyi bir tarihçi, matematikçi, hattat ve silahşördür.

Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde tarih yazımcılığıyla görevlendirilen ve yazdığı tarihleri bizzat resimleyen Matrakçı Nasuh’un önemi menzilleri,fethedilen kentleri, kale ve limanları resmederken   farklı bir form dili kullanmasından kaynaklanır. Sanatçı tasvirlerini figürsüz, şematik kent betimlemeleri şeklinde yapmıştır.

Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul, 2004

 

 

 
     
Nakkaş Hasan
    Kapat
 

Nakkaş Hasan

Aynı zamanda usta bir müzehhep olan sanatçı, 1581 yılından itibaren nakkaşbaşı Osman’ın yanında çalışmaya başlamıştır.

Dairesel kompozisyonlarının yanı sıra kalın kaşlı, tombul yanaklı figürleri ve kullandığı canlı renkler kişisel uslubunun belirgin özellikleridir. Yirmi kadar yazmanın resimlendirilmesinde çalışmıştır.

 

 

 
     
Nakkaş Osman
    Kapat
 

Nakkaş Osman

Osmanlı minyatürüne yön veren ilk büyük sanatçıdır.
Ehl-i hiref kayıtlarından nakkaşlar arasına, Kanuni Sultan Süleyman döneminin (1520-1566) son yıllarında (1558 de)katıldığı ve 1596 tarihlerine kadar çalıştığı anlaşılmaktadır.
Dizi Padişah Portreciliği olarak bilinen yeni bir geleneğin yaratıcısı olmuştur.
Pastel renkler kullanmış, Sürname-i Hümayun adlı eserinde nakkaşlık konusunda tüm hünerlerini sergilemiştir.
İstanbul günlük hayatı, esnaf özellikleri, törenler, gösteri tasvirleri belge değeri taşıması bakımından önem taşır.

Sanatçının kişisel uslubu, özellikle resimlediği tarihi konulu yazmalarda kendini gösterir.

Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul, 2004

 
     
Nigari
    Kapat
 

Nigari (Haydar Reis) (1494-1572)

Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) ve II.Selim (1566-1574) dönemlerinde eserler vermiş Osmanlı minyatür sanatının önemli bir portre sanatçısı aynı zamanda usta bir şairdir.

 
     
Refail
    Kapat
 

Refail

Sultan I. Mahmut (1730-1754), III.Osman (1754-1757), III.Mustafa (1757-1774) ve I. Abdülhamid (1774-1789) dönemlerinde eserler veren Refail, ermeni asıllı  bir ressamdır. Kalın guaj boyayla renklendirilmiş portrelerinin yanı sıra yağlıboya çalışmalarının olması onun kitap resminden tuvale geçen ilk Osmanlı sanatçısı olarak anılmasını sağlamıştır.

Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul, 2004

 

 

 
     
Hattatlar ve Yazı Örnekleri
celi
    Kapat
 

CELİ

Lügatte "aşikâr, iri, büyük" manalarına gelen celî, ıstılah olarak hat sanatında bir yazı cinsinin, meşk kaleminden daha kalın kalemle yazılan iri şekline verilen isimdir.

Kalem kalınlığı üç katına ulaşınca yazı artık celî olur. Celî yazının kalınlığının sınırı yoktur. Ayrıca, celî kelimesi bir yazı çeşidini değil, karakterini ifade eder.

Sülüs ile celî sülüs harflerinin yapıları arasında fark olmamakla birlikte, celî sülüs harfleri daha olgun bir yapıdadır. Harfler büyüdüğünden, bünyeleri ve ayrıntıları çok iyi bir şekilde belirginleşmiş ve olgunlaşmıştır. Bu sebeple özelliklerini içermeyen celî yazılarda hatalar olduğu gibi ortaya çıkar. 

Sülüs yazı, celîsine nisbetle daha narin, kıvrak ve hareketlidir. Dik çizgiler, celîye nisbetle sola daha yatıktır; celîde ise sülüse nisbetle daha diktir. Bu durum sülüs yazıya fazlaca işlerlik kazandırmıştır. 

Sülüs yazı sadece büyütülmekle celî elde edilemeyeceği gibi, celî sülüs yazı da sadece küçültülmekle sülüs elde edilmez. Celî yazıdaki incelik-kalınlıklar, harf aralıkları mesafeye ve mekâna göre ayarlanır. Bu sebeple celî yazı hayli maharet ister.

 
     
Hafız Osman
    Kapat
 

Hafız Osman
1642 (H.1052) senesinde İstanbul'da doğdu.
Osmanlı Devletinin en meşhur hattatı Şeyh Hamdullah Efendi'den yüz sene sonra gelip, onun gibi yeni bir çığır açtığı için; Şeyh-i sânî (İkinci şeyh) namıyla anıldı.
1698 (H.1110) senesinde öldü.

 
     
Mehmet Şevki Efendi
    Kapat
 

Mehmet Şevki Efendi (1829 – 1887) 

XIX. yüzyılın en büyük sülüs ve nesih yazı hattatlarından olan Şevki Efendi, çalışmalarına, eski ustalardan Hafız Osman, İsmail Zühdî ve Mustafa Rakım gibi büyüklerin eserlerine bakarak sürdürmüştür.

Rakım'ın Tophane'de Nusretiye Camii ile Fatih'te Nakşıdil Sultan Türbesi'ndeki celî sülüs yazılarını göz önünde bulundurarak onları sülüs olarak aynı güzellikte yazmıştır.

Bir levhası Aksaray Valide Camii'ndedir. Bir hilyesi de Topkapı Sarayındadır.

Şevki Efendi'nin en tanınmış öğrencileri Filibeli Hacı Arif [ö. 1327/1909] ve Mehmed Hulusi ö. 13267/1908] Efendilerdir.

 
     
Muhakkak Yazı Örneği
    Kapat
 
 
     
Mustafa Rakım Efendi
    Kapat
 

Mustafa Rakım Efendi (1757-1826)

Mustafa Rakım, daima yeniliğe açık ve cesur bir sanatkârdır.
Her yazısında farlı bir nükte denemesine girişmiş, bunda da başarılı olmuştur. 

Fatih devrine kadar celî sülüs, mimarî'de bir süs unsuru olarak görüldüğü için başiıbaşına ele alınmamış, bu sebeple de celî sülüste, gerek harf yapısı, gerekse istif yönünden aklâm-ı sitte derecesinde başarı sağlanamamıştır.

Mustafa Rakım Efendi, XIX. yüzyıla kadar celî sülüste bir türlü gerçekleştirilemeyeni başarmış, Şeyh Hamdullah ve bilhassa Hafız Osman ın yazılarını dikkatle inceleyerek, bu üstadın sülüs harflerindeki gövde ve duruş güzelliklerini, canlılığını celîye tatbik etmiştir. 

Rakım, harflerin bünyesini ıslah ederek, harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki uyumu yakalamıştır.

Celîde kalem hakimiyetini sağlayarak, harfleri en güzel, ideal ölçülerine kavuşturmuştur. Bu sebeple Râkım'ın celî sülüs harfleri canlı ve hareketli bir yapıya sahiptir.

Rakım, harflerinin diğer bir özelliği, uzaktan rahatça görülebilecek toklukta oluşlarıdır. Yazdığı Fatih, Nakşıdil türbesi yazıları ile Eyüp, Çelebi Mustafa Reşîd Efendi mezartaşı kitabe yazıları, olgunluk döneminin en önemli eserleridir.

Yazı istifinde de, Osmanlı hattatlarının öncüsü olmuştur. Padişah tuğralarındaki hat ve şekil bozukluğunu gidererek estetiği yakalamıştır. Celî sülüste "mektep" sahibi olan Rakım, kendinden sonra gelenlerce yegâne üstad olarak kabul edilmiştir.

 
     
Nesih Yazı Örneği
    Kapat
 
 
     
Rikaa Yazı Örneği
    Kapat
 
 
     
Sülüs Yazı Örneği
    Kapat
 
 
     
Talik Yazı Örneği
    Kapat
 
 
     
Şeyh Hamdullah
    Kapat
 

Şeyh Hamdullah Amasya'da doğmuştur. (H. 840). Devrin hat üstadı Maraşlı Hayreddin'den ders alır. II.Bayezid sarayda kendisine bir meşkhane tesis eder. Böylece Şeyh'in "saray kâtibi" ve "yazı muallimi" olarak çalışmasını sağlar.

O güne kadar "aklâm-ı sitte" denilen altı cins yazıda daima Yakutu'l-Musta'simi"nin geliştirdiği uslup makbul sayılmaktadır. Şeyh Hamdullah, Sultan Bayezid’ın isteğiyle büyük sanatkâr Yakut'un eserlerini estetik değerlendirmeye tabi tutup bunlara kendi sanat zevkini ve uslubunu katmak suretiyle yepyeni orijinal bir tarz ortaya çıkarma yolunda çalışır. Yaklaşık 1485 yılında yeni bir çığır olarak ortaya çıkan "Şeyh Hamdullah Üslubu" ile Osmanlı hat sanatında Yakut devri kapanır.

Şeyh Hamdullah yazılarına ahenkten başka teknik alanda kalem-i eğri keserek o devre kadar alışılmış olan yazı kalınlıklarını harf ve kelimelerin yatay ve dikey kısımları ile baş ve sonlarına çeşitli bir kalınlık ve hareket vermiştir. Bu usul beş asır Osmanlı yazısını bütün İslam âleminin yazılarından ayıran bir özellik olarak kalmıştır. 

Hattatlığının yanında okçuluğu ile de çok meşhurdur.

 
     
Kitap Sanatı Terimleri
aharli - mühreli
    Kapat
 

Mukavva - Murakka / Aher / Mühre

Murakka

İstenen kalınlığı sağlayacak kadar sayıda kağıdın, birinin suyu diğerinin aksi yöne gelecek şekilde, ayrıca hazırlanan bir karışımla yapıştırılması ile elde edilen mukavvadır.

Yapıştırmak için kullanılan karışım, nişasta, jelatin ve şapın kaynatılmasıyla hazırlanır.

Kağıtlar aralarına hazırlanan karışım sürülerek düz bir zemin üzerine yapıştırılır ve kurumaya bırakılır. Kuruduktan sonra doğal bitki çayları ile renklendirilir ve suntadan kesilerek alınır.

Direkt marakka üzerine çalışılacaksa üzeri aherlenir ve mührelenir.

Üzerine, aherli kağıda yazılan hatlar, minyatür ve  tezhip’li kağıtlar yapıştırılır.

Cilt kapağında kullanılır.

Hattatların ayrı ayrı kağıtlara yazdığı ve bir araya toplanarak mecmua haline getirildiği yazılara verilen isim de ‘murakka’ dır. 

Aher

Yazı yazarken meydana gelen hataların düzeltilmesinde silintinin belli olmaması , iz bırakmaması ve diğer taraftanda kağıdın dış etkenlerden korunması, daha uzun ömürlü olması amacı ile kağıdın üzerine sürülen bir mayidir. Aher sayesinde pürüzlü, kaba, delikli ve kalemin yürümesine müsait olmayan ham kağıdın ıslah edilmesi ve bu sayede kalem veya fırçanın kolay yürümesi sağlanmış olur. Hata durumlarında hatanın düzeltilmesi ve izlerinin yok edilmeside çok kolaylaşır.

3 çeşit aher vardır.

Yumurta aheri: Yumurta akı ve şap ile elde edilir.

Nişasta aheri; toz jelatin, şap ve nişasta ile elde edilir.

Gomalak aheri; saf alkolde gomalak bekletilmesi ile elde edilir.

 

Mühre

Gerçekte pürüzsüz bir yüzeyi olan akik taşı, günümüzde ise bu amaçla  çeşitli büyüklüklerde üretilmiş mühre araçları ile aherlenmiş yüzeyin üzerine bastırılarak sürtünme şeklinde gerçekleştirilen yüzeyi düzeltme işlemidir.

 
     
halkar
    Kapat
 

Hâlkâr;
Tezhip sanatının bir tekniğidir.
Kelime anlamı; "yalnız altınla yapılan süsleme"dir.
Halkar; ezilmiş altının jelatinli su ile karıştırılması ve fırça ile sürülmesiyle yapılır. Motiflerin uçlarında yoğun altın bırakılarak uygulanır.

 
     
hatayi
    Kapat
 

Hatayi
Tezhip sanatının ana motiflerinden biridir.Muhtelif çiçeklerin dikine kesitinin, anatomik çizgilerinin usluplaştırılmasıyla ortaya çıkan şekildir.
Örnek eser: Semih İrteş

 
     
Hilye
    Kapat
 

Hilye

Peygamberin vasıflarını ve Allah’ın adlarını ihtiva eden yazılardır. Levhanın ortasındaki daireye sülüs yazıyla besmele, yuvarlak olarak ve besmelenin sağından başlayarak 4 halifenin isimleri (Ebubekir, Ömer, Osman, Ali) yazılır. Göbek adı verilen dairenin orta kısmına nesih yazıyla peygamberin vasıfları yazılır. Etek denilen alt  kısımda ise ayet ve hilye-i şerifin devamı ile yazarın adı kaydedilir. Sağ ve solunda Peygamberin torunları Hasan ve Hüseyinin adı yazılıdır.

Örnek eser: Birsen Malkoç

 
     
Levha
    Kapat
 

Levha

Hüsn-i hatla yazılan ve çerçevelenip duvara asılan yazılardır.

 
     
mukavva / murakka
    Kapat
 

Mukavva - Murakka / Aher / Mühre

Murakka

İstenen kalınlığı sağlayacak kadar sayıda kağıdın, birinin suyu diğerinin aksi yöne gelecek şekilde, ayrıca hazırlanan bir karışımla yapıştırılması ile elde edilen mukavvadır.

Yapıştırmak için kullanılan karışım, nişasta, jelatin ve şapın kaynatılmasıyla hazırlanır.

Kağıtlar aralarına hazırlanan karışım sürülerek düz bir zemin üzerine yapıştırılır ve kurumaya bırakılır. Kuruduktan sonra doğal bitki çayları ile renklendirilir ve suntadan kesilerek alınır.

Direkt marakka üzerine çalışılacaksa üzeri aherlenir ve mührelenir.

Üzerine, aherli kağıda yazılan hatlar, minyatür ve  tezhip’li kağıtlar yapıştırılır.

Cilt kapağında kullanılır.

Hattatların ayrı ayrı kağıtlara yazdığı ve bir araya toplanarak mecmua haline getirildiği yazılara verilen isim de ‘murakka’ dır. 

Aher

Yazı yazarken meydana gelen hataların düzeltilmesinde silintinin belli olmaması , iz bırakmaması ve diğer taraftanda kağıdın dış etkenlerden korunması, daha uzun ömürlü olması amacı ile kağıdın üzerine sürülen bir mayidir. Aher sayesinde pürüzlü, kaba, delikli ve kalemin yürümesine müsait olmayan ham kağıdın ıslah edilmesi ve bu sayede kalem veya fırçanın kolay yürümesi sağlanmış olur. Hata durumlarında hatanın düzeltilmesi ve izlerinin yok edilmeside çok kolaylaşır.

3 çeşit aher vardır.

Yumurta aheri: Yumurta akı ve şap ile elde edilir.

Nişasta aheri; toz jelatin, şap ve nişasta ile elde edilir.

Gomalak aheri; saf alkolde gomalak bekletilmesi ile elde edilir.

 

Mühre

Gerçekte pürüzsüz bir yüzeyi olan akik taşı, günümüzde ise bu amaçla  çeşitli büyüklüklerde üretilmiş mühre araçları ile aherlenmiş yüzeyin üzerine bastırılarak sürtünme şeklinde gerçekleştirilen yüzeyi düzeltme işlemidir.

 
     
Yazma Kitaplarda Süsleme Alanları
    Kapat
 

Yazma Kitaplarda Süsleme Alanları

Yazma eserlerde, metinden önce gelen ve zahriye adı verilen baş sayfa, hatime diye adlandırılan son kısım, başlık (serlevha), Kuran’da bölüm başları (sure başı, fasıl başı), secde kenarları, sure, cüz ve hizip gülleri, ayetlerin baş ve bitim noktaları ( vakfe, durak), bazı  değerli eserlerin yazı dışında kalan bütün kenarları, nadiren de arada bir boş sayfa tezhiplenmiştir.

Zahriye Tezhibi

Yazma eserlerde kitabın başladığı ilk sayfanın arka yüzüne ‘zahriye’ denmektedir. Burada kitabın adı, yazarı, kitaba sahip olan kişi veya kişiler, tarih, bir ya da birkaç beyit, vakıf kaydı vb. gibi yazılarla mühür bulunur. Memlükler ve bazı Selçuklu eserlerinde zahriye tam sayfa olarak süslenmiştir. Çoğunda yuvarlak bir madalyon bulunur. Fatih dönemine ait bazı kitaplarda, XVI-XVII.yy. bazı Kur’an’larında zahriye tezhibi çift tam sayfa halinde yapılmıştır.

Fihrist Tezhibi

Zahriyeden sonra gelen fihrist sayfasının baş tarafı ve çevresi tezhiplenmiştir.

Başlık Tezhibi

Yazma kitabın tezhiplenen başlık bölümüne  ‘serlevha’ denir.  Serlevha tezhibi, metni içine alacak şekilde tam sayfa tezhipli ya da karşılıklı iki tam sayfa tezhipli olabilir.

Ara Başlık ve Koltuk Tezhibi

Kitapların fasıl ve söz başlarına , divanlarda her tür şiirin başına, Kur’an-ı Kerim’de surelerin başına ince tezhip yapılmıştır. Bunlar bazen dikdörtgen bir süsleme biçiminde, bazen de’ koltuk tezhibi’dir. Koltuk tezhibi, başlığın iki yanındaki uygun dikdörtgen boşluklara yapılan simetrik veya benzer süslemelerdir.

Sure, cüz, Hizb, Aşr ve Secde Gülleri

Kur’an da genellikle surelerin başladığı sayfa kenarlarına konulan içi boş , bazen de surenin adı yazılı yuvarlak süslemeye ‘gül’ denir. Bu güllerin çok değişik ve güzel, yüzlerce örneği vardır.

Durak (Vakfe) Tezhibi

Bazı yazmalar ve Kur’an ayetlerinde cümleleri ayırmak, noktaları belirtmek için küçük yıldız, çiçek ve yuvarlak süslemeler kullanılmıştır. Bunlara ‘vakfe’ ya da ‘durak’ denir. Düzgün geometrik desenlilere mücevher, altı köşelilere şeşhane, üç yapraklılara seberk, beş yapraklılara pençberk nokta denilmiştir. Geçme ve helezonik olanları da vardır. Çapı 1 cm yi geçmeyen bu süsleme alanının içindeki motiflerin çeşitliliği şaşırtıcıdır.

Sayfa Kenarı Tezhibi,

Bazı değerli yazmaların ara sayfalarında da yazı kenarları süslenmiş; bunlara daha çok halkar ve zerefşan süsleme uygulanmıştır. Halkar; ezilmiş altının jelatinli su ile karıştırılması ve fırça ile sürülmesiyle yapılır. Zerefşan ise püskürtme altınla yapılan süsleme çeşididir.

Hatime Tezhibi

Hatime, yazma kitaplarda müellifin eserini bitirirken yazdığı duaları, hattatını, yazıldığı tarihi, varsa müzehhibini belirten açıklamaları kapsayan son sayfanın adıdır. Ketebe sayfası da denir. Ketebe bir hattatın yazdığı yazıya adını koyması demektir. Ketebe yazısı, tepesi aşağıda bir üçgen gibidir. Bazen bu yazının iki yanında ki boş köşelere üçgen şeklinde süsleme yapılmıştır. Bazen de sayfanın boş kalan alt kısmı çeşitli formlarda süslenerek yazma eserin tezhibi tamamlanmıştır.

Mine Esiner Özen, Türk Tezhip Sanatı/Turkish Art of Illumination , İstanbul 2003

 
     
Dokuma Terimleri
argeç
    Kapat
 

Çözgü İpliği (Arış)

Dokumacılıkta dokumadan önce hazırlanan dokumanın iskeletini oluşturan boyuna ipliklerdir.

 

Atkı İpliği (Argaç)

Çözgü iplikleri arasında enine geçirilen ipliktir.

Desen İpi (yüz ipi, organtı)

Üç iplik sistemine göre göre dokunan düz dokumalarda çözgü ve atkıdan başka deseni oluşturmak üzere kullanılan ipliktir. Ancak halı dokumalarda deseni oluşturan ilme (düğüm) ipliğidir.

 

İlme ipliği (düğüm)
Halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.

 
     
argeş
    Kapat
 

Çözgü İpliği (Arış)

Dokumacılıkta dokumadan önce hazırlanan dokumanın iskeletini oluşturan boyuna ipliklerdir.

 

Atkı İpliği (Argaç)

Çözgü iplikleri arasında enine geçirilen ipliktir.

Desen İpi (yüz ipi, organtı)

Üç iplik sistemine göre göre dokunan düz dokumalarda çözgü ve atkıdan başka deseni oluşturmak üzere kullanılan ipliktir. Ancak halı dokumalarda deseni oluşturan ilme (düğüm) ipliğidir.

 

İlme ipliği (düğüm)
Halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.

 
     
atkı ve çözgü
    Kapat
 

Çözgü İpliği (Arış)

Dokumacılıkta dokumadan önce hazırlanan dokumanın iskeletini oluşturan boyuna ipliklerdir.

 

Atkı İpliği (Argaç)

Çözgü iplikleri arasında enine geçirilen ipliktir.

Desen İpi (yüz ipi, organtı)

Üç iplik sistemine göre göre dokunan düz dokumalarda çözgü ve atkıdan başka deseni oluşturmak üzere kullanılan ipliktir. Ancak halı dokumalarda deseni oluşturan ilme (düğüm) ipliğidir.

 

İlme ipliği (düğüm)
Halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.

 
     
atkı ve çözgü iplikleri
    Kapat
 

Çözgü İpliği (Arış)

Dokumacılıkta dokumadan önce hazırlanan dokumanın iskeletini oluşturan boyuna ipliklerdir.

 

Atkı İpliği (Argaç)

Çözgü iplikleri arasında enine geçirilen ipliktir.

Desen İpi (yüz ipi, organtı)

Üç iplik sistemine göre göre dokunan düz dokumalarda çözgü ve atkıdan başka deseni oluşturmak üzere kullanılan ipliktir. Ancak halı dokumalarda deseni oluşturan ilme (düğüm) ipliğidir.

 

İlme ipliği (düğüm)
Halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.

 
     
bezayağı
    Kapat
 

Bezayağı:
Çözgü ve atkı ipliklerinin her harekette birbirine bağlandığı en basit kumaş örgüsüdür.
Örgünün her bir raporu (en küçük tekrar birimi) iki atkı ve iki çözgü ipliğinden oluşur.
Bezayağı örgüsü en çok kullanılan kumaş örgüsüdür.

 
     
çift düğüm tekniği
    Kapat
 

İlme ipliği (düğüm)
İlme ipliği, halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.
İki tür düğüm vardır.

Türk Düğümü / Çift Düğüm
Simetrik, hekim, kapalı, Gördes ve çift bağlama gibi adlarla da anılan Türk düğümü, Türk halılartına özgü bir düğüm tekniğidir. İlme ipliği, halının her iki çözgü ipliğine bağlanarak uçları bu iki çözgü ipliğinin arasından çıkartılır..

İran Düğümü / Tek düğüm
İran düğümünde ilme ipliği ön çözgü teline bağlanarak, diğer ucu arka çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır. Buna mesnetli düğüm  denir. Bunun tersi olarak, ilme ipliği arka çözgü teline bağlanarak, ilme ipliğinin diğer ucu diğer ön çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır Buna mesnetsiz düğüm denir.

 
     
çukur ve yüksek tezgahlar
    Kapat
 

Yüksek Tezgah

Ülkemizde el dokumacılığında yaygın olarak kullanılan bir tezgah tipidir. Tamamen ağaçtan yapılmış olan yüksek tezgahlar iki adet gücü, mekik, uzatma tahtası, bağlaç, elgeç, ayak pedalı, bir adet üst denge tahtası ve tarak kısımlarından oluşur.

Çukur tezgahın yüksek tezgahtan farkı dokuyucunun oturduğu yer ve pedalların bulunduğu kısmın bir çukur içinde olmasıdır. Bunun dışında yüksek tezgahtan hiçbir farkı yoktur.

 
     
desen ipi
    Kapat
 

Çözgü İpliği (Arış)

Dokumacılıkta dokumadan önce hazırlanan dokumanın iskeletini oluşturan boyuna ipliklerdir.

 

Atkı İpliği (Argaç)

Çözgü iplikleri arasında enine geçirilen ipliktir.

Desen İpi (yüz ipi, organtı)

Üç iplik sistemine göre göre dokunan düz dokumalarda çözgü ve atkıdan başka deseni oluşturmak üzere kullanılan ipliktir. Ancak halı dokumalarda deseni oluşturan ilme (düğüm) ipliğidir.

 

İlme ipliği (düğüm)
Halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.

 
     
düğüm
    Kapat
 

İlme ipliği (düğüm)
İlme ipliği, halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.
İki tür düğüm vardır.

Türk Düğümü / Çift Düğüm
Simetrik, hekim, kapalı, Gördes ve çift bağlama gibi adlarla da anılan Türk düğümü, Türk halılartına özgü bir düğüm tekniğidir. İlme ipliği, halının her iki çözgü ipliğine bağlanarak uçları bu iki çözgü ipliğinin arasından çıkartılır..

İran Düğümü / Tek düğüm
İran düğümünde ilme ipliği ön çözgü teline bağlanarak, diğer ucu arka çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır. Buna mesnetli düğüm  denir. Bunun tersi olarak, ilme ipliği arka çözgü teline bağlanarak, ilme ipliğinin diğer ucu diğer ön çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır Buna mesnetsiz düğüm denir.

 
     
eriş
    Kapat
 

Çözgü İpliği (Arış)

Dokumacılıkta dokumadan önce hazırlanan dokumanın iskeletini oluşturan boyuna ipliklerdir.

 

Atkı İpliği (Argaç)

Çözgü iplikleri arasında enine geçirilen ipliktir.

Desen İpi (yüz ipi, organtı)

Üç iplik sistemine göre göre dokunan düz dokumalarda çözgü ve atkıdan başka deseni oluşturmak üzere kullanılan ipliktir. Ancak halı dokumalarda deseni oluşturan ilme (düğüm) ipliğidir.

 

İlme ipliği (düğüm)
Halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.

 
     
Gücü
    Kapat
 

 

Gücü

Tezgahta dokuma yapabilmek için ağızlık açma işleminin gerşekleşmesini sağlayan sistemdir. Bu sistem, halı ve düz dokuma tezgahlarında gücü ağacı ve gücü ipinden oluşur. Çözgülerden birisi serbest bırakılıp, diğeri gücü ipiyle gücü ağacına bağlanarak gücüleme işlemi yapılır.

Gücü ipliği:
Dokuma işleminde, ağızlık açmak için tezgah üzerinde çözgülerin birini serbest bırakıp, diğerini gücü ağacına bağlayan ipliktir.
İsmail Öztürk, Dokumaya Giriş, Ankara 2007

 
     
ilme
    Kapat
 

Çözgü İpliği (Arış)

Dokumacılıkta dokumadan önce hazırlanan dokumanın iskeletini oluşturan boyuna ipliklerdir.

 

Atkı İpliği (Argaç)

Çözgü iplikleri arasında enine geçirilen ipliktir.

Desen İpi (yüz ipi, organtı)

Üç iplik sistemine göre göre dokunan düz dokumalarda çözgü ve atkıdan başka deseni oluşturmak üzere kullanılan ipliktir. Ancak halı dokumalarda deseni oluşturan ilme (düğüm) ipliğidir.

 

İlme ipliği (düğüm)
Halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.

 
     
ilme ipi
    Kapat
 

İlme ipliği (Düğüm)
Halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.
İki tür düğüm vardır.

Türk Düğümü (Çift Düğüm)
Simetrik, hekim, kapalı, Gördes ve çift bağlama gibi adlarla da anılan Türk düğümü, Türk halılartına özgü bir düğüm tekniğidir. İlme ipliği, halının her iki çözgü ipliğine bağlanarak uçları bu iki çözgü ipliğinin arasından çıkartılır.

İran Düğümü (Tek düğüm)
İran düğümünde ilme ipliği ön çözgü teline bağlanarak, diğer ucu arka çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır. Buna mesnetli düğüm denir. Bunun tersi olarak, ilme ipliği arka çözgü teline bağlanarak, ilme ipliğinin diğer ucu diğer ön çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır Buna mesnetsiz düğüm denir.

 
     
kamçılı tezgah
    Kapat
 

Kamçılı Tezgah

Kamçılı tezgahlarda diğerlerinden farklı olarak mekik el ile değil kamçı aracılığı ile atılır. Bu sistem el tezgahlarına büyük bir hız kazandırır. Gücülerin çelik tel ve tarakların demir olması dışında, sökülüp takılabilir olması taşınabilme kolaylığı sağlar.

 
     
Mezekçilik
    Kapat
 

Mezekçilik

Mezekçilik olarak tabir edilen işlem üç aşamadan oluşur. Bunlar haşıllama, elle açma-tarama ve kavuktur.

Haşıllama: çözgü ipliğinin daha sağlam olması, dokuma esnasında iplik kopmalarının önlenmesi, ipliklerin parlaklık kazanması için yapılır. Yörede ‘nişeleme’ denilen haşıllama işleminde, boyalı veya boyasız haldeki çileler büyük bir leğende haşıl sıvısına batırılır ve ipliklere iyice nüfuz etmesi sağlanır.

Elle açma-tarama; çözgü ipliklerinin haşıldan sonra aralarını açmak ve düzgünleştirmektir.

Kavuk; taranan çözgü ipliklerini sararak yumak haliine getirmektir. Kavuk yumağın yöredeki kullanım şeklidir.

 

 
     
tek düğüm
    Kapat
 

İlme ipliği (düğüm)
İlme ipliği, halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.
İki tür düğüm vardır.

Türk Düğümü / Çift Düğüm
Simetrik, hekim, kapalı, Gördes ve çift bağlama gibi adlarla da anılan Türk düğümü, Türk halılartına özgü bir düğüm tekniğidir. İlme ipliği, halının her iki çözgü ipliğine bağlanarak uçları bu iki çözgü ipliğinin arasından çıkartılır..

İran Düğümü / Tek düğüm
İran düğümünde ilme ipliği ön çözgü teline bağlanarak, diğer ucu arka çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır. Buna mesnetli düğüm  denir. Bunun tersi olarak, ilme ipliği arka çözgü teline bağlanarak, ilme ipliğinin diğer ucu diğer ön çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır Buna mesnetsiz düğüm denir.

 
     
Türk düğüm tekniği
    Kapat
 

İlme ipliği (düğüm)
İlme ipliği, halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.
İki tür düğüm vardır.

Türk Düğümü / Çift Düğüm
Simetrik, hekim, kapalı, Gördes ve çift bağlama gibi adlarla da anılan Türk düğümü, Türk halılartına özgü bir düğüm tekniğidir. İlme ipliği, halının her iki çözgü ipliğine bağlanarak uçları bu iki çözgü ipliğinin arasından çıkartılır..

İran Düğümü / Tek düğüm
İran düğümünde ilme ipliği ön çözgü teline bağlanarak, diğer ucu arka çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır. Buna mesnetli düğüm  denir. Bunun tersi olarak, ilme ipliği arka çözgü teline bağlanarak, ilme ipliğinin diğer ucu diğer ön çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır Buna mesnetsiz düğüm denir.

 
     
Türk düğümlü
    Kapat
 

İlme ipliği (düğüm)
İlme ipliği, halının havlı yüzeyini meydana getirmek üzere kullanılan ipliktir.
İki tür düğüm vardır.

Türk Düğümü / Çift Düğüm
Simetrik, hekim, kapalı, Gördes ve çift bağlama gibi adlarla da anılan Türk düğümü, Türk halılartına özgü bir düğüm tekniğidir. İlme ipliği, halının her iki çözgü ipliğine bağlanarak uçları bu iki çözgü ipliğinin arasından çıkartılır..

İran Düğümü / Tek düğüm
İran düğümünde ilme ipliği ön çözgü teline bağlanarak, diğer ucu arka çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır. Buna mesnetli düğüm  denir. Bunun tersi olarak, ilme ipliği arka çözgü teline bağlanarak, ilme ipliğinin diğer ucu diğer ön çözgü telinin arkasından önüne geçirilerek serbest bırakılır Buna mesnetsiz düğüm denir.

 
     
Desenler
bordür
    Kapat
 

Geometrik Motifler
Geometri kurallarına ve ölçülerine uyularak stilize edilen kesin motifler bu grubu oluşturur. Özellikle Anadolu Selçukluları döneminde yaygın olarak kullanılmıştır. Osmanlılarda ise motiflerin kökenlerindeki sembolik anlam yavaş yavaş kaybolarak salt bir süsleme haline dönüşmüşlerdir.
Geometrik desenler kara, dikdörtgen, üçgen, daire, poligon, baklava ve yıldızlar gibi bir çok yalın formların birleşmesinden oluşmakta  ve anlam olarak evrenin sonsuzluğunu simgelemektedir.
Genellikle sınırları katı  çerçevelerle belirlenmeyen yerlerde uygulanarak, başlangıç ve bitiş noktası göstermezler. Örneğin dini mimarinin iç ve dış noktalarında, maden, taş, kitap süslemeciliğinin uygulandığı alanlarda olduğu gibi...
Bazen rumi ve bitkisel motiflerle birlikte kullanıldığı da görülür. Bazende tersine, geometrik desen bitkisel motifler için dolgu olarak da kullanılmıştır.
 

Geçmeler(ZENCEREK):
Eski adı ile zencerek olan bu desenlerin binlerce çeşidi vardır. Zincirleme halkaların devamı şeklinde oluşurlar. Her yüzyılda sevilmiş, kullanılmış ve zamanın modasına göre üsluplanmışlardır. Kenarsuyu (bordür) ve yalın hallerde olmak üzere iki bölüme ayrılırlar. Bu desenler genellikle bordürlerle uyum halindedir. En estetik şekillerini Selçuklu türkleri, mimari dekorlarında ve el yazması kitap süslemesinde kullanmışlardır. Çalışmalar milimetrik veya kareli kağıda yapılır. 

Bordürler:
Süslememizin en zengin bölümünü teşkil eden ve hemen hemen her dekorda kendisini göstermiş bir ifade tarzıdır. Bütün motif çeşitleri ile birlikte, değişik boyutlarda uygulandığı, dekore edilmiş dar ve uzun satıhlardır. Yerine göre pervaz, ulama, kenar suyu gibi isimler alırlar. Uygulanan motiflere görede tasnif edilebilirler. Bordürlerin öz çizimleri ‘’ana iskelet ‘’ olarak anılan şemalar üzerine kurulur. 16 ana şema tespit edilmiştir ancak üzerine sayısız örnek de kurulabilir. Bordürler süsleme amacı güttüğü kadar, diğer süsleme bölümlerini birbirinden ayırmak için  de uygulanırlar. 
 

Temel Prensipleri
Sonsuzluk
Sonsuzluk Türk bezeme sanatlarında en geçerli prensiptir. Yüzeyin bütününü kaplayan desenlerde sonsuzluk iki boyut üzerinde sürer. Bordür veya merkezi gibi görünen motiflerin bile çoğu böyle desenlerden kesilerek elde edilmiştir. Bordürlerde çoğunlukla sonsuz desenlerin parçası olmasına karşılık gerçek bordürler bu kuralın dışında kalmaktadır. Bu tür bordürler ancak tek boyutta sonsuza kadar sürdürülebilir.  

Simetri
Türk sanatının mimarlık dahil, hemen bütün dallarında simetriye geniş ölçüde uyulmuştur. Simetri sevgisi bazen öylesine ağır basmıştır ki; motifler, tam simetrik olmadıkları ilk bakışta anlaşılamayacak şekilde yerleştirilmiştir. Böyle durumlarda karşılıklı eşitlik değil, eş ağırlılık söz konusudur; buna görünüşte simetrik yada sözde simetrik denebilir. Geometrik desenler simetrinin uygulamasına en yatkın olanlardır. Tekrarlanan desenlerde ekseni etrafında dönüş yapan, fırıldak düzenindekiler dışında simetrik düzen, hemen hemen kural oluşturmaktadır.

 
     
çintemani
    Kapat
 

Çintemani

Tezhip sanatında kullanılan orta asya kaynaklı bir motiftir. Üçgen şeklini hatırlatan, ikisi altta biri üstte üç yuvarlak ve iki dalgalı çizgiden meydana gelir. Tezyinatta, üç yuvarlak benek bazen yalnız olarak da bulunur. Bu beneğin içine çizilen daireler motife hilal şekli verir. Osmanlı sanatçıları bu motifi güç, kuvvet ve saltanat sembolü olarak kabul etmişlerdir.

Çintemani motifi, dokumalarda (çatma, kaftan, kumaş), halı ve çini sanatında, tezhipten daha geniş bir kullanım alanı bulmuştur.

İ.Birol-Ç. Derman,Türk tezyini sanatlarında Motifler/Motifs in Turkish Decorative Arts, İstanbul 2001

 
     
geometrik desenler
    Kapat
 

Geometrik Motifler
Geometri kurallarına ve ölçülerine uyularak stilize edilen kesin motifler bu grubu oluşturur. Özellikle Anadolu Selçukluları döneminde yaygın olarak kullanılmıştır. Osmanlılarda ise motiflerin kökenlerindeki sembolik anlam yavaş yavaş kaybolarak salt bir süsleme haline dönüşmüşlerdir.
Geometrik desenler kara, dikdörtgen, üçgen, daire, poligon, baklava ve yıldızlar gibi bir çok yalın formların birleşmesinden oluşmakta  ve anlam olarak evrenin sonsuzluğunu simgelemektedir.
Genellikle sınırları katı  çerçevelerle belirlenmeyen yerlerde uygulanarak, başlangıç ve bitiş noktası göstermezler. Örneğin dini mimarinin iç ve dış noktalarında, maden, taş, kitap süslemeciliğinin uygulandığı alanlarda olduğu gibi...
Bazen rumi ve bitkisel motiflerle birlikte kullanıldığı da görülür. Bazende tersine, geometrik desen bitkisel motifler için dolgu olarak da kullanılmıştır.
 

Geçmeler(ZENCEREK):
Eski adı ile zencerek olan bu desenlerin binlerce çeşidi vardır. Zincirleme halkaların devamı şeklinde oluşurlar. Her yüzyılda sevilmiş, kullanılmış ve zamanın modasına göre üsluplanmışlardır. Kenarsuyu (bordür) ve yalın hallerde olmak üzere iki bölüme ayrılırlar. Bu desenler genellikle bordürlerle uyum halindedir. En estetik şekillerini Selçuklu türkleri, mimari dekorlarında ve el yazması kitap süslemesinde kullanmışlardır. Çalışmalar milimetrik veya kareli kağıda yapılır. 

Bordürler:
Süslememizin en zengin bölümünü teşkil eden ve hemen hemen her dekorda kendisini göstermiş bir ifade tarzıdır. Bütün motif çeşitleri ile birlikte, değişik boyutlarda uygulandığı, dekore edilmiş dar ve uzun satıhlardır. Yerine göre pervaz, ulama, kenar suyu gibi isimler alırlar. Uygulanan motiflere görede tasnif edilebilirler. Bordürlerin öz çizimleri ‘’ana iskelet ‘’ olarak anılan şemalar üzerine kurulur. 16 ana şema tespit edilmiştir ancak üzerine sayısız örnek de kurulabilir. Bordürler süsleme amacı güttüğü kadar, diğer süsleme bölümlerini birbirinden ayırmak için  de uygulanırlar. 
 

Temel Prensipleri
Sonsuzluk
Sonsuzluk Türk bezeme sanatlarında en geçerli prensiptir. Yüzeyin bütününü kaplayan desenlerde sonsuzluk iki boyut üzerinde sürer. Bordür veya merkezi gibi görünen motiflerin bile çoğu böyle desenlerden kesilerek elde edilmiştir. Bordürlerde çoğunlukla sonsuz desenlerin parçası olmasına karşılık gerçek bordürler bu kuralın dışında kalmaktadır. Bu tür bordürler ancak tek boyutta sonsuza kadar sürdürülebilir.  

Simetri
Türk sanatının mimarlık dahil, hemen bütün dallarında simetriye geniş ölçüde uyulmuştur. Simetri sevgisi bazen öylesine ağır basmıştır ki; motifler, tam simetrik olmadıkları ilk bakışta anlaşılamayacak şekilde yerleştirilmiştir. Böyle durumlarda karşılıklı eşitlik değil, eş ağırlılık söz konusudur; buna görünüşte simetrik yada sözde simetrik denebilir. Geometrik desenler simetrinin uygulamasına en yatkın olanlardır. Tekrarlanan desenlerde ekseni etrafında dönüş yapan, fırıldak düzenindekiler dışında simetrik düzen, hemen hemen kural oluşturmaktadır.

 
     
Haliç işi
    Kapat
 

Haliç işi
16.yüzyıl başında İznik mavi-beyaz seramiklerinde görülen "Haliç işi"  (Helezoni Tuğrakeş üslubu) , spiral kıvrık dalların üstünde kullanılan küçük yaprak ve çiçek motiflerinden oluşmaktadır.

 
     
Mühr-i Süleyman
    Kapat
 

Mühr-i Süleyman
Mühür, altına basılan yazıya resmi bir içerik kazandırıan, üstünde kişinin adı yazılı, metalden, değerli ya da yarı değerli taşlardan yapılan küçük damgalardır.
Hz. Süleyman’ın üst üste yerleştirilmiş biri ters, biri düz iki eşkenar üçgenden oluşmuş, altı köşeli yıldız biçiminde bir işaret taşıyan yüzüğü, Mühr-i Süleyman (Süleyman Mührü), bilinen en eski mühürdür.
 

Mühr-i Süleyman’ın inglizce kullanımı ‘Seal of David’, ‘Star of David’, ‘David’s Shield’ ve ‘Magen David’ şeklindedir.

Mühr-i Süleyman, İslam sanatlarında tezyini bir unsur olarak mimari yapıların taş, ahşap, cam, çini ve mermer satıhlarında, yazma eserlerin cilt kapaklarında, kumaş yüzeylerinde nakış olarak kullanılmışlardır.

Anadolu Selçukluları, Artukoğulları ve İlhanlılar eserlerinde özellikle kubbelerin kilit taşlarında da bu motife rastlanmaktadır.

Osmanlılar da ise mezar taşlarında, hamamlarda, cami tezyinatında, zehirlenmeye karşı tılsım niyetine; mutfak eşyalarında, çeşme ve sebillerde, güç sembolü olarak ; serpuş ve sancaklarda, derde deva gerektiğinde; inanılan çifalı taşların üzerinde sayılar, semboller ve dua yanında bu motif sıkça kullanılır.

Mühr-ü Süleyman motifi hk. geniş bilgi için bkz.
    Z.Kuşoğlu, Türk Motifinde Mühr-i Süleyman, İlgi, S.61, 1990
    N.Çam, Türk İslam Sanatlarında Altı Kollu Yıldız (Mühr-ü Süleyman), Selçuk Ünv.,Konya 1993
    T.Yılmaz, Saray Mutfak Eşyaları, Sanat7, 1982
    T.Yılmaz, Topkapı Sarayı Müzesindeki Kabe Kilit ve Anahtarları, ICICA yayınları, İstanbul 1993

 
     
Penç
    Kapat
 

Penç

Hatayi grubundan, penç ismiyle bilinen bu motifler, bitki kaynaklı olup, herhangi bir çiçeğin kuşbakışı görüntüsünün, stilize edilerek çizilmesiyle elde edilmiştir. Gelişmiş bir çiçeğe kuşbakışı bakıldığı zaman, önce göze görünen renkli taç yapraklarıdır.

Model üsluplaştırılırken, yapraklarının sayısına göre Farsça isimler almış ve zaman içinde, en çok kullanılan beş yapraklısı olacak ki, penç berk deyim haline gelerek, bütün motifleri kendi ismi altında toplamıştır.Fakat daha sonraları bu da kısaltmaya uğramış, berk kelimesi atılmış ve bu motiflere sadece penç denilmiştir.

 

Penç motifi daireseldir. yalın ve katmerli olarak ikiçeşittir.

Desen içinde büyüklüğüne göre, ana motif olarak da, yardımcı motıf olarak da kullanılır.

İ.Birol-Ç.Derman, Türk Tezyini Sanatlarında Motifler, 2001

 
     
rumi
    Kapat
 

Rumi

Ruminin kelime anlamı 'Anadolu'ya ait ' demektir.

Stilize edilmiş kanat ve gaga benzeri formlardan oluşan hayvansal motiflerdir. Uygurlarda hayvan figüründe bir motif olarak görülen rumi, bu devirde helezon şebekeler üzerinde, desen haline gelecek kadar gelişmiş ve süsleme sanatında bir uslup veya bir tarz olmuştur.

Rumi motifi, Büyük Selçuklu İmparatorluğu abidelerinde önemli süsleme unsuru haline gelmiş, Osmanlı döneminde mükemmelliğe varmıştır.

Tezyinatta önemli bir yeri olan rumi motifi, her devirde, her uslupta, başlangıcından günümüze kadar taşta, çinide, ahşapta, madende, kumaşta, tezhipte çok kullanılmıştır.
Rumi, zengin ve itibarlı kullanılış sahasında hem uslup hem de temel unsur kabul edilir.

Rumi motifi XV. ve XVI. yy. lardaki en gelişmiş haliyle ele alınırsa, pek çok çeşidiyle karşılaşılır.

Bu nedenle iki türlü gruplandırılır.

1.Çizilişine göre;
-Düz rumi; sade görünüşlü rumi motifidir
-Dendanlı rumi; sade ruminin sınır çizgisi dendanlı çizilerek süslenmiş rumidir.
-İşlemeli rumi; irice bir ruminin içi hatayi motiflerle süslenmiştir. En güzel örnekleri Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler kısmındaki çinilerdedir.
-Sencide rumi; simetrik gibi düşünülebiirse de, geometrideki gibi simetrik değildir.
-Sarılma rumi; üzerine sarılmış çıkmalarla süslü rumi motifidir.
-Hurdelenmiş rumi; iri bir rumi motifinin, küçük rumilerle hurdelenmesi veya süslenmesiyle ortaya çıkmıştır.

2.Desen içinde aldığı göreve göre;

-Ayırma rumi; tezyinatta hazırlanan desen paftalara ayrılır ve zemin farklı renklendirilir. Bu renk ayrımı, iplik, bulut, rumi gibi uzayabilen motiflerle yapılır. Bu amaçla kullanılan rumiler, ayırma rumilerdir.
-Tepelik; desen içinde tepe noktalarına konulan, helezonlarda başlangıç teşkil eden rumi motifidir. Simetrik bir şekil gösterir.
-Ortabağ; helezonların başlama ve birleşme noktalarında yer alır. Desen içinde bağlayıcı bir motif olduğu için işlevi önemlidir.
-Hurde rumi; irice, rumi veya başka bir motifi süslemekte kullanılan sade rumi motifidir.


İ.Birol-Ç.Derman, Türk Tezyini Sanatlarında Motifler/Motifs in Turkish Decorative Arts, 2001

 
     
sonsuzluk prensibi
    Kapat
 

Sonsuzluk Prensibi

Sonsuzluk islam bezeme sanatlarında en geçerli prensiptir. Yüzeyin bütününü kaplayan desenlerde sonsuzluk iki boyut üzerinde sürer. Bordür veya merkezi gibi görünen motiflerin bile çoğu böyle desenlerden kesilerek elde edilmiştir.

Bordürlerde çoğunlukla sonsuz desenlerin parçası olmasına karşılık gerçek bordürler bu kuralın dışında kalmaktadır. Bu tür bordürler ancak tek boyutta sonsuza kadar sürdürülebilir.

 

 

 
     
zencerek
    Kapat
 

Geometrik Motifler
Geometri kurallarına ve ölçülerine uyularak stilize edilen kesin motifler bu grubu oluşturur. Özellikle Anadolu Selçukluları döneminde yaygın olarak kullanılmıştır. Osmanlılarda ise motiflerin kökenlerindeki sembolik anlam yavaş yavaş kaybolarak salt bir süsleme haline dönüşmüşlerdir.
Geometrik desenler kara, dikdörtgen, üçgen, daire, poligon, baklava ve yıldızlar gibi bir çok yalın formların birleşmesinden oluşmakta  ve anlam olarak evrenin sonsuzluğunu simgelemektedir.
Genellikle sınırları katı  çerçevelerle belirlenmeyen yerlerde uygulanarak, başlangıç ve bitiş noktası göstermezler. Örneğin dini mimarinin iç ve dış noktalarında, maden, taş, kitap süslemeciliğinin uygulandığı alanlarda olduğu gibi...
Bazen rumi ve bitkisel motiflerle birlikte kullanıldığı da görülür. Bazende tersine, geometrik desen bitkisel motifler için dolgu olarak da kullanılmıştır.
 

Geçmeler(ZENCEREK):
Eski adı ile zencerek olan bu desenlerin binlerce çeşidi vardır. Zincirleme halkaların devamı şeklinde oluşurlar. Her yüzyılda sevilmiş, kullanılmış ve zamanın modasına göre üsluplanmışlardır. Kenarsuyu (bordür) ve yalın hallerde olmak üzere iki bölüme ayrılırlar. Bu desenler genellikle bordürlerle uyum halindedir. En estetik şekillerini Selçuklu türkleri, mimari dekorlarında ve el yazması kitap süslemesinde kullanmışlardır. Çalışmalar milimetrik veya kareli kağıda yapılır. 

Bordürler:
Süslememizin en zengin bölümünü teşkil eden ve hemen hemen her dekorda kendisini göstermiş bir ifade tarzıdır. Bütün motif çeşitleri ile birlikte, değişik boyutlarda uygulandığı, dekore edilmiş dar ve uzun satıhlardır. Yerine göre pervaz, ulama, kenar suyu gibi isimler alırlar. Uygulanan motiflere görede tasnif edilebilirler. Bordürlerin öz çizimleri ‘’ana iskelet ‘’ olarak anılan şemalar üzerine kurulur. 16 ana şema tespit edilmiştir ancak üzerine sayısız örnek de kurulabilir. Bordürler süsleme amacı güttüğü kadar, diğer süsleme bölümlerini birbirinden ayırmak için  de uygulanırlar. 
 

Temel Prensipleri
Sonsuzluk
Sonsuzluk Türk bezeme sanatlarında en geçerli prensiptir. Yüzeyin bütününü kaplayan desenlerde sonsuzluk iki boyut üzerinde sürer. Bordür veya merkezi gibi görünen motiflerin bile çoğu böyle desenlerden kesilerek elde edilmiştir. Bordürlerde çoğunlukla sonsuz desenlerin parçası olmasına karşılık gerçek bordürler bu kuralın dışında kalmaktadır. Bu tür bordürler ancak tek boyutta sonsuza kadar sürdürülebilir.  

Simetri
Türk sanatının mimarlık dahil, hemen bütün dallarında simetriye geniş ölçüde uyulmuştur. Simetri sevgisi bazen öylesine ağır basmıştır ki; motifler, tam simetrik olmadıkları ilk bakışta anlaşılamayacak şekilde yerleştirilmiştir. Böyle durumlarda karşılıklı eşitlik değil, eş ağırlılık söz konusudur; buna görünüşte simetrik yada sözde simetrik denebilir. Geometrik desenler simetrinin uygulamasına en yatkın olanlardır. Tekrarlanan desenlerde ekseni etrafında dönüş yapan, fırıldak düzenindekiler dışında simetrik düzen, hemen hemen kural oluşturmaktadır.

 
     
Tarihi Saray, Cami ve Türbeler
Aksaray Ulu Camii
    Kapat
 

Aksaray Ulu Camii

Bu tarihi eserin kitabesine göre 1408-1409 yılları arasında Alaaddin bey’in oğlu, Sultan Mehmed Bey tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Mehmed Firuz Beydir.

Anadolu Selçuklu Beyliklerinin tipik süslemeleri ile bezenmiş batı portalı ile iç mekana ve doğu kale duvarlarına girilen, diğer yanda sağlam payandalarla desteklenen cami, yatık dikdörtgen bir plana sahiptir.

Kıbleye dikey beş nefi bulunmaktadır. Mihrap yelpaze pandatifli ve aynı eksende ikikci bölüm kubbesinden başka neflerin beşer bölümünde çapraz tonozlarla örtülmektedir. Caminin ana girişi batıdaki bir kapıdan yapılmaktadır. Cami Mehmed Bey’in oğlu İbrahim Bey zamanında 1482-1483 de büyük tamirat görmüştür.

Cami ile yapılan minaresi bilinmemektedir. Bugünkü minaresi 1925 de yapılmıştır. Caminin minberi Selçuklu devri ahşap işçiliğinin şaheser bir örneğidir. Minber abanozdan yapılmıştır kakmacılığın ve ince ağaç işçiliğinin, süslemenin her çeşidini barındırır. Minber II.Kılıçaslan’ın harap olan camisinden getirilmiştir.

TC Aksaray Valiliği

 
     
Ankara Ahi Elvan Camii
    Kapat
 

Ahi Elvan Camii (Ankara)
Samanpazarı Ahi Arap Mahallesi’nde bulunan ve çok sade bir dış görünüşe sahip olan cami, 1832 yılında Ahi Elvan Mehmet Bey tarafından yaptırılmıştır. 1413 yılında onarım gören caminin minaresi ve minberi 1423 yılında yapılmıştır. Dört köşeli bazilikal plana sahip caminin duvarlarının alt bölümü taş, üst bölümü kerpiç, iç konstrüksiyonu ahşaptır. Ahşap tavanı 12 mermer başlıklı ağaç sütun üzerine oturmuştur. Kuzeyde ahşap olarak birinci sütun sırasına kadar uzanan bir alt kat ve ikinci sütun sırasına kadar uzanan bir üst kat mahfili vardır. Beş köşeli motiflerle süslü minberi, Selçuklu üslubu ahşap işçiliğinin güzel bir örneğidir. Caminin kuzeybatısında duvara bitişik olarak yükselen tek şerefeli minarenin kare kaidesi taş, silindirik gövdesi tuğladır.
Ankara İl Kültür Turizm Müdürlüğü

 
     
Ankara Alaaddin Camii
    Kapat
 

Ankara Alaaddin Camii
Ankara Kalesi içinde yer alan cami 1178 tarihlidir. 1361 ve 1434 yıllarında onarım görmüştür. Duvarları kesme ve moloz taştan yapılmış, üzeri sıvalı, kiremit çatılı bir yapıdır. Ankara`nın en eski camilerinden biri olan Alaaddin Camii`nin kıble duvarı iç kalenin zindan kapısına bitişiktir. Giriş kapısı üzerinde üç yazıt bulunmaktadır. Kuzeybatı köşesinde tek şerefeli minaresi yükselir. Alaaddin Camii, özellikle 1178 tarihi taşıyan minberi, son cemaatte bulunan antik sütun başlıkları, kapı üzerindeki tamir yazıtları ile önem kazanan bir eserdir. 18. ve 19. yüzyıllarda yenilenen cami tarihi karakterini kaybetmiştir.
TC. Ankara Valiliği

 
     
Aslanhane (Ahi Şerafettin) Cami
    Kapat
 

Aslanhane (Ahi Şerafettin) Camii (Ankara)

Samanpazan Aslanhane Mahallesi’nde bulunan caminin dış görünüşü çok sadedir. İlk yapılışı 13. yüzyılın başına, tamiri ise 1289-1290'a rastlar. Planı uzunlamasına beş sahınlı bazilikal tiptedir. Roma ve Bizans’ın eski yapılarından toplanan taşlarla yapılmıştır ve bugün üzeri sivri kurşun kaplama çatıyla örtülmüştür. Kıyılan işlemeli üç kapısı kuzey, batı ve doğu yönündedir. Caminin kuzeydoğu duvarına bitişik olan tek şerefeli minare, taş kare kaideli ve silindirik tuğla gövdelidir. 12 pencere ile aydınlanan caminin içinde, altışardan dört sıra olarak dizili 24 çam sütundan on altısı çatıyı, sekizi kadınlar mahfilini taşır. Tavanı ağaç oymalıdır. Tavana kadar yükselen çinilerle süslü mihrabı, Selçuklu dönemi mihraplarının en güzel örneklerinden biridir. Caminin doğusunda bulunan türbe duvarına gömülü antik aslan heykelinden dolayı Aslanhane Camii olarak anılır.

Ankara İl Kültür Turizm Müdürlüğü

 
     
Beyşehir Eşrefoğlu Camii
    Kapat
 

Eşrefoğlu Cami (Beyşehir)

Beyşehir İlçesinin kuzeyinde, İçeri Şehir Mahallesindedir. Beylikler Devrinde Eşrefoğlu Beyi Süleyman Bey tarafından . 1296-1299 yılları arasında yaptırılan bu camii, Eşrefoğlu toplu yapıları içinde yer alır . Ülkemizdeki az sayıda bulunan ahşap direkli camilerin en büyük ve orijinalidir.
Yüzyıllar boyu kış aylarında camiinin damındaki kar, çatının ortasındaki boşluktan ortadaki havuza atılmış ve ortamı nemlendirerek yakılan sobalardan ötürü ahşap sütunların çatlayıp kurumasını engellemiştir. 1965 yılında karlığın üstü camla kapatılmış ve işlevini yitirmiştir.
Anıtsal bir taç kapısı vardır. 6 metre yükseklik , 5.50 m genişliğinde lacivert ve mor çini mozaik ile kaplı çok görkemli bir mihraba sahiptir. Minberi tamamen ceviz ağacından, Oymalı ve çatmalı tutkalsız yapılmıştır. Dikkat çekici bir düzgünlük ve incelikte yapılan minber geometrik şekiller ve bitkisel bezemelerle kaplıdır.
Caminin tavanı renkli kalem işi süslemelere sahiptir. Özellikle konsollardaki kök boyalı motifler dikkat çekicidir.
Eşrefoğlu Camii, çoğul ahşap sütunlu, tavanı tamamen ahşap ve kalem işçliği ile süslenmiş, minber tamamen ahşap ve Kündekari tekniği ile yapılmış, mihrabı çinili olması bakımından Selçuklu Ulu Camiilerinde görülen bütün bu özelliklerin tamamını barındıran tek örnektir.
Cumhuriyet döneminde 1934ten itibaren zaman zaman tamir edilmiştir. Bu tamiratlar sonucu toprak çatı, önce kiremitle örtülmüş; sonra bakırla kaplanmıştır.
Kaynak:TC Kültür ve Turizm Bakanlığı

 
     
Beyşehir Kubadabad Sarayı
    Kapat
 

Kubadabad Sarayı / Beyşehir

Kubad adaleti yerine getiren, Abad da şenlenen yer manasına gelmektedir. Türkiye Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad, bir süre ikinci başkent olarak da kullanılan bu şehir ve saray Vezir Sadedin Köpek denetiminde ve sultanın çizdiği kroki doğrultusunda 1236 yılında yapılmıştır. Alâeddin Keykubat bu sarayı yaptırırken çevresine de bir şehir kurulmasını emretmiştir.

Saray değişik amaçlı birimlerden meydana gelmiş bir yapı topluluğudur. Burada büyük ve küçük saray gibi yapıların dışında 16’ya yakın yapı kalıntısı, birbirlerinden çitlerle ayrılmış av hayvanları için bir park bulunuyordu. Ayrıca büyük sarayın altında göl kıyısında iki de küçük tersane yapılmıştı. Bütün bu yapı kompleksi bir surla çevrilmiştir. Bu yapıların en büyük özelliği de eyvanların yapılarda ön planda tutulmasıdır.

Büyük saray 50.00x35.00 m. Ölçüsünde olup, önünde Beyşehir Gölü’ne doğru uzanan geniş bir terası bulunuyordu. Sarayın güney ve doğusu odalarla çevrilmiş, oldukça düzgün taş döşeli büyük bir avlusu vardı. Buradan büyük salon ve tuğla döşemeli yüksek taht eyvanı ile harem ve misafirlere özgü odaların bulunduğu asıl saray bölümüne geçiliyordu. Sarayın planı simetrik bir düzen göstermemektedir. Burada yapılan kazılarda sarayın son derece zengin çini süslemelerle kaplı olduğunu gösteren buluntularla karşılaşılmıştır. Çinilerin bazıları duvarlar üzerinde, yerinde kalmıştır. Bu çiniler sekizgen yıldız ve haç biçiminde levhalar halinde 2 m. Yüksekliğe kadar tüm duvarları kaplamıştır. Ayrıca aralarına yer yer dört köşe levhalar da yerleştirilmiştir.

Buradaki çinilerde ayakta veya oturur vaziyette insan figürleri, büyük olasılıkla Sultan Alâeddin Keykubat’ın portresi, sirenler, çeşitli kuşlar, çift başlı kartal, hayvan ve sembolik figürler bulunuyordu. Bunların yanı sıra ilk defa Kubadabat’ta görülen sır altına yapılmış çok renkli dekorlu çiniler perdah tekniğinde yapılmıştır. Yıldız levhalar halindeki çinilerde ise sır altı tekniğinde firuze, yeşil, mor ve mavi renkler ağırlık kazanmıştır. Ayrıca saray kazılarında figürlü alçı kabartmalara da rastlanmıştır. Kazılarda ele geçen çiniler ve ştükolar Konya Çini Eserleri Müzesi’nde sergilenmektedir.

Büyük sarayın yanındaki ikinci saray simetrik planlı olup, çok küçük ölçüdedir. Duvarları ve tonozları kısmen ayakta kalan bu saray yeterince incelenememiştir. Bununla beraber sarayın küçük bir planı çıkarılmış ve bu plana göre dikdörtgen planlı dış avlunun iki yanına odalar sıralanmıştır. Dış avludan içeriye girilen bölümde küçük taşlık bir avlunun çevresinde iç içe geçmiş odalar bulunmaktadır.

Kubadabat Sarayı’nın tamamlandığı yıl Alaeddin Keykubat ölmüş ve bu sarayda oğlu II.Gıyaseddin Keyhüsrev oturmuştur.
e-tarih.org

 
     
Birgi Ulu Cami
    Kapat
 

Birgi Ulucami
İzmir ili Ödemiş ilçesi Birgi Bucağı’nda bulunan Birgi Ulu Camisi medrese, hamam ve türbeden oluşan bir külliye olarak yapılmıştır. Günümüze cami ve Aydınoğlu Mehmet Bey’in türbesi gelebilmiştir.
Yapı topluluğunu Aydınoğlu Mehmet Bey h.712 (1312–1313) yılında yaptırmıştır. Bunu belirten iki kitabe caminin kuzey ve doğu giriş kapıları üzerinde bulunmaktadır. Birgi’nin simgesi durumundaki bu cami, şehrin ortasından geçen derenin sol tarafında, hafif eğimli bir arazi üzerinde yapılmıştır. Kuzey-güney doğrultusunda, arazinin eğimi dikkate alınarak yapılan cami kare planlı olup, mihraba dikey beş sahınlıdır. Kesme taştan yapılmış olan caminin üzeri çift eğimli bir çatı ile örtülmüştür. Yalnızca mihrap önü kubbelidir.
Caminin doğu cephesinin ortasında Ahşap bir sundurma içerisine alınan ve yüksekliği çatı seviyesine kadar ulaşan giriş kapısı bulunmaktadır. Giriş cephesinin güney cephesi ile birleştiği yerdeki köşelere yerleştirilmiş devşirme arslan heykeli vardır.
Mihrap ve mihrap önü mekânı ile orta nefe yönelik kemerin üst bölümü mozaik çini ile kaplıdır.
Kakma tekniğindeki bu çiniler koyu mor, firuze renklerinde olup, geometrik bezemelidir. Mihrabın yanındaki ceviz minber Muzaferiddin Bin Abdülvahid’in eseri olup, kündekâri tekniğinde yapılmıştır.
Caminin batı cephesinin güney köşesinde yer alan minare kesme taştan bir kaide üzerine oturtulmuştur. Silindirik gövdeli tuğla minarenin üzeri firuze renkte sırlı tuğlalarla kaplanmıştır. Minare gövdesinin alt kısmını sırlı ve sırsız tuğlaların zikzaklı bir örgü, şerefe altına rastlayan üst bölümün de firuze sırlı tuğlalardan baklavalı örgü şeklinde yapıldığı da dikkati çekmektedir. Buradaki baklavalı örgü minarenin petek kısmında da tekrarlanmışsa da günümüze yalnızca bezemenin alt kısmı gelebilmiştir.
Tarihi Birgi kasabası tanıtım sitesi

 
     
Bursa Yeşil Türbe
    Kapat
 

Yeşil Türbe / Bursa

Yeşil Cami'nin karşısında bulunan türbe, 1421 yılında Yıldırım Bayezıd'ın oğlu Çelebi Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Türbenin mimarı i Hacı İvaz Paşa, nakkaşları Ali bin İlyas Ali, Mehmed el Mecnun'dur. Sekiz köşeli planı ve alt kattaki mezar odası ile Selçuklu kümbetlerinin devamı görünümündedir. Sekizgen yapıyı, sekiz pencereli, yüksek bir kasnağa oturan kurşun kaplı kubbe örtmektedir. Renkli sır ve mozaik çini tekniklerinin uygulandığı çini süslemeleri ile eşsiz bir yapıdır. Dış cepheleri ile iç duvarlarının alt bölümleri firuze renkli çinilerle kaplanmıştır. Renkli ve geometrik motifli çinilerle bezenmiş olan mihrap, bir sanat başyapıtı olarak kabul edilmektedir. Pencere alınlıklarındaki çinilerde hadisler ve ayetler yazılıdır. Türbe içinde bulunan Çelebi Sultan Mehmet’in sandukasının üzeri beyaz, mavi, sarı, lacivert çinilerden oluşan yazılarla bezenmiştir. Ceviz ağacından geçme tekniği ile yapılmış, geometrik motiflerle süslü kitabeli kapı Osmanlı ahşap işçiliğinin çok güzel bir örneğidir.

Çelebi Sultan Mehmet’in sandukası çevresinde kızları, dadısı ve oğullarından bazılarının çinilerle kaplı sandukaları bulunmaktadır.

 
     
Çorum Ulucami
    Kapat
 

Çorum Ulucami
Caminin ilk defa Selçuklu Sultanı III. Alaattin Keykubat zamanında, onun azatlı kölesi Hayrettin tarafından yaptırıldığı değerlendirilmektedir. Cami, bugünkü halini geçirdiği büyük onarımlar sonucu almıştır. II. Beyazıt zamanında 1446 tarihinde meydana gelen büyük depremde harap olmuş, Mimar Sinan tarafından onarılmıştır. Bu onarım Mimar Sinan’ın Teskiret-i Enbiye isimli kitabında da geçmekte olup, kitapta “Çorum’da Alaaddin Camii’ni müceddeden tamir ve inşaa ettiği” yazılıdır. III. Murat zamanında cami “ Sultan Muradi Salis Cami “ diye anılmaya başlamıştır. IV. Murat, Erivan Seferine giderken Çorum – Boğacık Köyünde konaklamış, cami bu dönemde tekrar tamir ettirilerek etrafına medreseler ve akarat yaptırılmıştır. Cami bu zamanda Sultan Muradi Rabi Camii olarak adlandırılarak Evkaf Dairesi kayıt ve sicillerine bu adla geçmiştir. 1790 yılındaki depremde tekrar harap olan cami, Çapanoğlu oğlu Abdülfettah Bey tarafından 1810 yılında ahşap, tek kubbeli olarak tamir edilmiş, bugünkü görünümünü almıştır. Caminin son cemaat yeri ve üst katı II. Meşrutiyetin ilanından sonra yapılmış, doğu tarafa minare ilave edilmiştir.
Ulu Caminin abanoz ağacından yapılan minberi, kitabelerine göre 1306 tarihinde Davutoğlu Ahmed’in emri ile Ankara’lı sanatçılar Abdullah oğlu Davut ve Ebubekir oğlu Muhammed tarafından yapılmıştır. Bazı onarımlar görmüş olan minber orjinalliğini büyük ölçüde korumuştur.
Çorum İl Kültür Turizm Müdürlüğü

 
     
Divriği Ulu Cami
    Kapat
 

Divriği Ulu Cami
Divriği ve civarında en erken yerleşim Hititler Dönemi’ne kadar inmektedir. Yöre, Mengücekoğullarının yönetimi altında olduğu dönemde Turan Melek Şah tarafından 1228-1229 yıllarında yaptırılmıştır. İslam mimarisinin bu başyapıtı iki kubbeli bir türbeye sahip bir cami ve ona bitişik bir hastaneden oluşmaktadır. Yapılar, mimari özelliklerinin yanısıra, sergilediği Anadolu geleneksel taş işçiliği örnekleriyle UNESCO Dünya Miras Listesinde yer almaktadır.
Caminin dikdörtgen planlıdır. Güneyinde bitişik olarak yapılmış Darüşşifa vardır. Divriği Ulucami ve Şifahanesi, çevresindeki taş ocaklarından çıkarılmış bir cins tüften inşaa edilmiştir. Caminin en önemli özelliği kapılarda ve sütunlarda işlenmiş olan motiflerdir.
Minare, caminin kuzeybatı köşesinde yer alır ve silindirik gövdeli bu minare caminin asıl minaresinin yıkılmasından sonra, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1523 yılında yenilenmiştir.
Kapılar; Kuzeyinde genel bir giriş (Kıble Kapısı), batıya bakan ikinci bir çarşı kapısı, doğuya açılan üçüncü kapı (Şah Kapısı) vardır. Kıble Kapısı kuzey cephenin ortasında bütün Selçuklu eserleri nin kapılarında görüldüğü gibi, süslemeleri yönünden üstün bir sanat eseridir. Barok stilde tasarlanmış olan Kıble kapısı (kuzey taç kapısı), 14,5m. yükseklikte ve 11,5m. eninde,4,5m. Derinliğindedir.
Caminin batı yönünde bulunan çarşı kapısı (çıkış kapısı) üzerinde, 1228 tarihine veren bir kitabe bulunmakta, kapının bütün yüzeyini ince ayrıntılarla, zengin bitkisel motifler örtmektedir. Bu süsleme, adeta bir halı ve eşsiz desenlerle bezeli bir kumaşa benzetildiğinden bazı bilim adamları tarafından tekstil kapı denilmiştir. Kapı çıkıntısının sağ ve solunda çift başlı birer kartal, nişin yan yüzeyinde ise tek başlı bir kartal bulunmaktadır. Doğu yönündeki Şah Kapısı fonksiyonuna uygun olarak Taht Kapısı olarak bilinmektedir. Yüzeyi bitkisel, geometrik, yıldız, düğüm, saç örgüsü motifleri ile bezemelidir.  
Minber; Ahşap olup 6-7 metre yüksekliği 4,2m. derinliği 103 cm. enidir. Bu minber ahşap geçme işlemeleri yönünden önemli bir örnektir. Üzerinde ad ve kitabelerin yanı sıra çok sayıda kutsal söz bulunmaktadır. Hadis ve ayet yönünden Anadolu'nun öteki minberlerinden zengindir. Minberin 22 yazıcısından üçü yaptırıcı veya sanatkar imzaları, diğer 19'u kutsal sözlerdir. Üzerindeki yıldız ve levhacıklar 5 ve 12 köşelidir.
Mihrap; Biçimi ve dekorasyonu ile Anadolu'da tektir. Mihrap üstü kubbesi içten süslüdür. Mihrap çok sade, sivri kemerli bir niş olup kubbesinde dört küçük pencere vardır. Bunlardan üçü tan ağarışında günün ilk ışıklarını içeriye biraz sabah yıldızı şeklinde ulaştıran kubbeye gök boşluğu havası veren ustaca düşünülmüş yıldız biçimli deliklerdir.
Darüşşifa; Ulucami'ye bitişik olarak yapılmış halk dilinde medrese diye de adlandırılmaktadır. Divriği Şifahanesi Anadolu daki darüşşifalarının en eski, en sağlam ve en bozulmamış olanıdır. Camiye güney yönünden bitişik olan darüşşifa, Erzincan Emiri Fahrettin Behram Şahın Kızı Melike Turan Melek tarafından yaptırılmıştır. 18.yy.da medrese haline getirildiği için Şifahiye Medresesi de denilmektedir. Görkemli ve zengin süslemelerle bezeli taş kapısı dört eyvanlı, orta avlusu kapalı plan şeması ile orta asya Türk yapı geleneğine bağlı, benzersiz bir Mengücek anıtıdır. Günümüze bozulmadan gelen en eski ve en sağlam Selçuklu Tıp Merkezlerinden biridir.
Sivas İl Kültür Turizm Müdürlüğü

 
     
Edirne Selimiye Camii
    Kapat
 

Selimiye Camii / Edirne

H. 892 / M. 1574, Klasik Osmanlı Dönemi

Edirne, Türkiye

Mimar Sinanın Sultan II. Selim için Edirnede inşa ettiği ve ustalık dönemi eseri olarak nitelendirdiği Selimiye Camii, iki medrese ve bunlara sonradan eklenen arasta ve darülkurra ile birlikte bir külliye oluşturmaktadır. Selimiye Camii, sekiz destek üzerine oturan 31.28 metre çapında ve yerden 42.25 metre yükseklikteki kubbesiyle sadece Osmanlı mimarisinin değil, dünya mimarlık tarihinin de en önemli yapılarındandır.

 

Mimar Sinanın Edirnede Kavak Meydanı ya da Sarıbayır adı verilen alanda inşa ettiği ve “ustalık dönemi” eseri olarak nitelendirdiği Selimiye Camii, tasarımı ve anıtsallığıyla dünya mimarlık tarihinin en önemli yapıtlarından biridir.
Cami, güneydoğu ve güneybatısındaki iki medreseyle birlikte, 190mX130m boyutlarında bir avlu içine yerleştirilmiştir. Avlunun batısındaki arasta ve darülkurra, külliyeye, Sultan III. Murad döneminde, Mimar Davud Ağa tarafından eklenmiştir.

Cami, kareye yakın dikdörtgen planlı bir harim ve kuzeyindeki revaklı avludan oluşmaktadır. Avluya kuzey, doğu ve batı cephelerindeki üç açıklıktan girilmektedir. Avlunun ortasında, onaltıgen planlı bir şadırvan bulunmaktadır. Son cemaat yeri revak birimlerinden ikisi manastır tonozuyla, diğerleri kubbelerle örtülüdür. Harimin dört köşesine, yaklaşık 71m. yüksekliğinde, üçer şerefeli birer minare yerleştirilmiştir. Kuzeydoğu ve kuzeybatı köşedeki minarelerin şerefelerine üç ayrı merdivenle çıkılmaktadır.

Selimiye Camiini dünya mimarlık tarihinin en önemli yapıtlarından biri yapan ana özelliği, ibadet mekanının kurgusudur. Mekanı örten 31.28m. çapındaki anıtsal kubbe, onikigen kesitli sekiz ayakla taşınmaktadır. Kubbenin yerden yüksekliği 42.25m.dir. Kubbeye geçiş, iri tromplarla sağlanmıştır. Doğu ve batıdaki ayaklar, dışta, revak ve galerilerle gizlenmiş ikişer payandayla desteklenmiştir. İçte, duvarlarla ayaklar arasında kalan boşluklar galerilerle değerlendirilmiştir. Sinan, Selimiye Camiinde, mihrabın yer aldığı yarım kubbeli bölüm hariç, merkezi planlı diğer yapılarında uyguladığı yarım kubbe ya da kubbelerle örtülü ek birimleri terk etmiş, mekan bütünlüğü sorununu ortadan kaldırmıştır. Harimin ortasında, altında fıskiyeli havuz bulunan müezzin mahfili, güneydoğu köşesinde ise hünkar mahfili yer almaktadır.

Yapının beden duvarları düzgün kesme taşlarla; taçkapı, mihrap, minber gibi unsurları ise mermerle kaplanmıştır.

Mihrabın içinde yer aldığı yarım kubbeyle örtülü bölümün duvarları, hünkar mahfili duvarları, pencere alınlıkları ve kadınlar mahfili kemer köşelikleri, sıraltı teknikli İznik çinileriyle süslenmiştir. Hünkar mahfilindeki çinilerin bir bölümü, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında sökülerek Moskovaya götürülmüştür. Müezzin mahfili ve kubbede, bitkisel desenli kalem işi süslemelere yer verilmiştir. Bu süslemeler 1982-1984 yılları arasında onarılmıştır. Zengin geometrik süslemeler içeren minberi ve mukarnaslı kavsarayla örtülü çokgen kesitli bir nişe sahip olan mihrabı, Osmanlı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir.

1954-1971 yılları arasında onarım geçiren Selimiye Camii, bugün halen ibadethane olarak işlevini sürdürmektedir. Güneydoğusundaki medrese Türk-İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılmıştır.

www.museumwnf.org

 
     
Gürgüpoğlu Konağı
    Kapat
 

Gürgüpoğlu Konağı (Kayseri Etnografya Müzesi)

Konağın kapılarından birinin üzerindeki mermer kitabeden banisinin Kayseri Emiri Mustafa Bin Abdullah Bey olduğu ve binanın 1419 ile 1497 yılları arasında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Evin eski orijinal bölümleri  ekleme ve değişiklikler 18.yüzyıla kadar devam etmiştir.

Konak, Selamlık ve Haremlik olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Bugün girişte sağ tarafta bulunan Haremlik Bölümü Müze-Ev olarak Osmanlı evlerini yansıtan düzende sergilenmekte, sol tarafta bulunan Selamlık Bölümü de Etnografya Müzesi olarak kullanılmakta olup Selçuklu ve Osmanlı Dönemine ait Türk İslam eserleri sergilenmektedir.

Selamlık Bölümü: Haremlikten daha sonra yapılmıştır. Alt katı hayvanlara ve onların yiyeceklerinin depolanmasına ayrılmıştır. Üst kat, dışarıdan çıkılan ağaç korkuluklu taş bir merdivenle ulaşılan bir orta hol çevresinde düzenlenmiştir. Hol kuzey yanda yarı açık bir köşk, doğuda bir selamlık odası ve batıda bir kabul salonu ile çevrelenir. Bu odaların duvar ve tavanları ahşap süslemelerle kaplıdır. Üst katın güneyinde bir tokana, bir hizmetçi odası, bir servis holü ve mutfak vardır.

Haremlik Bölümü, üç ana mekândan oluşur. Sofa; ana mekân düşünülerek, diğer odalar bunun çevresinde gelişmiştir. Sofanın doğusunda “Harem Odası”, batısında “Tokana” güneyinde büyük bir “Ambar ve Hizmetçi Odası” yer alır. Tokananın kuzeyinde kadın konuklar için eve sonradan eklenen bir kabul (veya misafir) odası vardır. Misafir odasının batısında, bir mutfak ve ona bitişik bir açık köşk yer alır. Buradaki köşk,  ahşap kolonlar üzerine yükselen ahşap bir çatıdan oluşur. Kolonlar ince uzun, tavan işlemelidir. Köşkün önünü, dekoratif taşlarla yapılmış bir havuz süsler. Avlu taş kaplıdır. Bunlardan başka haremlik bölümünde bir de hamam yer almaktadır.

Sofanın avluya bakan dış görünüşü diğerlerinden daha yüksektir ve Urfa-Diyarbakır-Mardin evlerini andırmaktadır. Sofa cephesi simetriktir; kapı ve pencereleri korniş şeklindeki kabartmalarla çerçevelere alınmıştır. Kapının iki yanında dekoratif birer girinti vardır. Kapı ve pencere kemerleri beyaz ve siyah taşların süs oluşturacak şekilde kullanılmasıyla yapılmıştır. Kapıda iki, pencerelerde birer kemer kullanılmıştır. Pencere üstlerine ayrıca birer motifli beyaz taş yerleştirilmiştir.

 
     
Hürrem Sultan Türbesi
    Kapat
 

Hürrem Sultan Türbesi

İstanbul ili Eminönü ilçesindeki Süleymaniye Külliyesi’nin içerisinde Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nin yanında bulunan bu türbe 1558 yılında Hürrem Sultan için Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1558 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.
Türbe kesme köfeki taşından, dıştan sekizgen, içten onaltıgen planlıdır.
Türbenin önündeki giriş revaklı olup, önde dört, arkada iki sütunun taşıdığı bu revak düz çatı ile örtülmüştür. Buradaki mukarnas başlıklı sütunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış ve kilit taşları üzerine de rozetler yerleştirilmiştir. Basık kemerli giriş kapısı üzerinde kitabe bulunmaktadır. Türbenin üzeri yuvarlak kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kasnağın üzerine de kabartma olarak ayetler yazılmıştır.
Türbenin içerisi sıratlı ve renkli sır tekniğinde çinilerle bezenmiştir. Bitkisel motifli bu çiniler mercan kırmızısı, lacivert ve firuze renklerde olup, aralarında Türk çini sanatında çok rastlanmayan siyah renge de yer verilmiştir. Dış cephede, kapının iki yanındaki çini panolar altta lacivert, firuze ve beyaz renklerin kullanıldığı mermer taklidi şeklindedir. Bunların üzerindeki sivri kemerli panoda bahar dalı, altında lale, karanfil gibi çiçeklerden meydana gelmiş kompozisyonlara yer verilmiştir. Köşe dolgularında mavi zemin üzerine beyaz konturlu Çin bulutları görülmektedir. Bunların üzerine de lacivert zemine beyaz sülüs yazı ile ayetler yazılmıştır. Türbenin içerisi üst sıra pencerelerin altına kadar çinilerle kaplıdır. Pencere alınlıkları çinilerle kaplı olup, burada beyaz zemin üzerine kırmızı, siyah, firuze ve lacivert renklere yer verilmiş, hatayi ve hançer yaprakları tüm yüzeyi doldurmuştur. Pencerelerin üzerine de beyaz sülüs yazı ile yazılı ayetler yerleştirilmiştir. Burada kapının iki yanındaki çinilerden farklı olarak renkli sır tekniğinin kullanıldığı da görülmektedir.
Türbede çini süslemeler dışında ağaç işlerine ve kalem işlerine de geniş yer verilmiştir. Kubbe içerisinde kalem işinden bitkisel kompozisyonlar yapılmıştır. Kapı kanatlarında, pencere kanatlarında, sanduka şebekelerinde ağaç işçiliği kullanılmış, özellikle kündekâri tekniği hemen hemen tüm ağaç işlerinde kullanılmıştır

 
     
II. Bayezid Camii
    Kapat
 

II. Bayezid Külliyesi / Edirne

 

Yapımına 1484'de başlanan külliye, cami, taçkapısı üzerinde bulunan, hattat Şeyh Hamdullah'ın yazdığı kitabeye göre 893 / 1488 yılında tamamlanmıştır.

 

Büyük bir yapılar topluluğu olan II. Bayezid Külliyesi, Tunca Nehri'nin kuzey kıyısındadır. 22.000 metrekarelik geniş bir alan üzerine kurulmuş ve etrafı duvarlarla çevrilmiş külliye cami, iki tabhane (misafirhane), medrese, darüsşifa (hastane), imaret, erzak depoları ile avlu duvarları dışında kalan bir çifte hamam ve köprüden oluşur.

 

Tek kubbeli kübik caminin doğu ve batı cephelerine bitişik olarak, birer tabhane inşa edilmiştir. Dokuzar birimli tabhaneler dört eyvanlı plan şemasına sahiptir. Harimin kuzeyindeki dikdörtgen avluya kuzey, doğu ve batı cephelerindeki üç taçkapıdan girilir. Dört yönden kubbeli revaklarla çevrilmiş avlunun ortasında mermer bir şadırvan mevcuttur. Cami cephesindeki yedi birimli son cemaat yeri revakındaki kubbelerden mukarnaslı olan ortadaki kubbe diğerlerinden daha yüksektir. Yapının iki minaresi, tabhanelerin dış köşelerinde yer alır. Tek şerefeli minarelerin yaklaşık 38 m. yükseklikteki yivli gövdeleri 3.25 m. çapındadır. Kare planlı harimi örten yaklaşık 20.55 m. çapındaki kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır.

 

Mihrap, minber ve hünkar mahfili mermerden inşa edilmiştir. Minber ve mahfilde geometrik süslemeler dikkati çeker. Ahşap kapı kanatları, dolap ve pencere kapakları zengin süslemelidir. Süslemeler arasında geometrik ve bitkisel desenlerin yanı sıra çeşitli yazılara da yer verilmiştir.

 

Dikdörtgen bir alanı kaplayan medrese, tek katlı ve açık avlulu bir yapıdır. Dört yönden revaklarla çevrili avlunun ortasındaki şadırvan yıkılmıştır. Giriş doğu cephesinin ortasındadır. Kuzey, güney ve batı kanatlarında, revakların arkasına 18 öğrenci hücresi sıralanmıştır. Hem revak birimleri hem de öğrenci hücreleri birer kubbeye örtülüdür. Yaklaşık 7.36 x 7.37 ölçülerindeki kare planlı dershane batı kanadın ortasına yerleştirilmiştir. Büyük bir kubbeyle örtülü dershanenin doğu duvarına yapılmış balkon görünümlü asma kat kütüphanedir.

 

Caminin batısındaki darüşşifa, iki avlu ile bir ana yapı kitlesinden meydana gelmektedir. Altıgen planlı ana yapı, ortadaki kubbeli merkezi mekan ile bu mekana açılan altı eyvan ve bu eyvanlar arasına yerleştirilmiş hücrelerden oluşur. Hem eyvanlar hem de hücreler birer kubbeyle örtülüdür.

 

Caminin doğusunda bulunan ve mutfak, fırın, yemekhane, kiler, depo, ahır gibi bölümlerden oluşan imaret iki büyük blok halinde inşa edilmiştir.

 

Günümüzde darüşşifa ve tıp medresesi bölümleri Trakya üniversitesi'ne tahsis edilmiş olup Sağlık Müzesi ve Güzel Sanatlar Müzesi olarak ziyarete açıktır.

yapıldığı dönemde Osmanlı'nın en iyi hastanelerinden biri olan II. Bayezid Külliyesi'ndeki Darüşşifa, Trakya Üniversitesi'nin katkılarıyla gerçekleştirilen restorasyonla Sağlık Müzesi adını almış ve  2004 yılında "Avrupa'nın En İyi Sağlık Müzesi" ödülüne layık bulunmuştur.

Prof. İnci Kuyulu Ersoy (EÜ Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü)

 

Detaylı bilgi için
Eyice, S., “Beyazıt II Camii ve Külliyesi”, T. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 6, 1992,

Kuyulu, İ. “II. Beyazıd Külliyesi”, Erken Osmanlı Sanatı, Beyliklerin Mirası, Madrid, 1999,

Müderrisoğlu, F., “Edirne II. Bayezid Külliyesi”, Vakıflar Dergisi, XXII, 1991,

Ri'fat Osman, Edirne Evkâf-ı İslâmiyye Tarihi Camiler ve Mescitler, Ankara 1999.

Yüksel, İ.A., Osmanlı Mimarisinde II. Bâyezid Yavuz Selim Devri (886-926/1481-1520), İstanbul 1983.

 
     
Istanbul Suleymaniye Camii
    Kapat
 

Suleymaniye Camii
Kanuni Sultan Süleyman’ın 1550-1557 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırdığı Süleymaniye Cami ve Külliyesi, mimari düzeni, yapıların yerleştirilişindeki ustalık, ekonomik ve kültürel işleviyle klasik dönemin simgesi olmuştur. Mimar Sinan, yapı topluluğunu kentin en yüksek tepelerinden birine, Haliç ve Boğaz’a egemen bir alana yapmıştır. Yaklaşık 60 dönümlük engebeli bir alan üzerinde, geometrik bir düzen içinde yerleştirilen yapılar, sayıları ve nitelikleri itibariyle külliyenin işlevsel boyutlarını ortaya koymaktadır. Cami, medreseler, türbeler, türbedar dairesi, darülhadis, tıp medresesi, darüşşifa, bimarhane, darülkurra, sübyan mektebi, imaret, tabhane, han, hamam, kitaplık ve pek çok dükkândan oluşmaktadır.

Tüm yapıları çevreleyen dış avlunun 10 kapısı bulunmaktadır. Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın deyimiyle kendisinin ve Osmanlı mimarisinin kalfalık dönemini simgeler. 63x68 m. ölçülerindeki ana mekân 53 m. yüksekliğinde büyük bir merkezi kubbeyle örtülüdür. Kubbeyi taşıyan 4 büyük ayak Baalbek, Eski Saray, İskenderiye ve Fatih’ten getirilmiştir. Yapıda Hipodrom’un sütunları da kullanılmıştır. Merkezi kubbe, kuzey ve güneyde yarım kubbelerle desteklenmiş, ana mekân yanlarda üçer kubbeli bölüm ile genişletilmiştir. Avlu, 28 kubbeli revaklarla çevrilidir. Kubbeler mermer ve pembe granitten 28 sütunu bağlayan sivri kemerlere oturmaktadır. Mihrap ve minber mermer işçiliğinin ince örneklerinden olup, mihrabı 16. yüzyıl İznik çinileriyle çevrelenmiştir. Kapı ve pencere kanatları fildişi ve sedef kakma sanatının özgün örneklerindendir. Yapı, dönemin usta hattatları Karahisari Ahmet Efendi ve Hasan Çelebi’nin yazılarıyla bezelidir. İnce minarelerinden öndekiler iki, arkadakiler üç şerefelidir. dönemin yetkin eğitim ve kültür kurumları olan, Evvel, Sani, Salis ve Rabi olarak adlandırılan 4 medrese, avlu etrafında kubbeli revakların arkasında odaları ve dershaneleriyle klasik üslupta inşa edilmiştir. Tıp medresesiyse bir dizi kubbeli oda planındadır.

 Dökmeciler Hamamı, büyük kubbeli bir soğukluk, iki küçük kubbeli ılıklık ve haç biçimi eyvanlı sıcaklık bölümlerinden oluşmaktadır. Kervansaray’da kare ya da dikdörtgen bölümler yan yana dizilmiştir. Sübyan mektebi, kubbeli bir mekân ve kubbeli yazlık bir sofa planında olup, günümüzde çocuk kitaplığı olarak değerlendirilmektedir.

 Külliyenin kurucusu Kanuni Sultan Süleyman, mihrap önündeki görkemli türbede gömülüdür. 28 sütuna oturan revakla çevrili yapının içi bitki motifi çinilerle bezelidir. Hürrem Sultan Türbesi de 16. yüzyıl çini sanatının güzel örnekleriyle süslüdür. Külliyenin solunda bir sebil ve Mimar Sinan’ın türbesi yer almaktadır.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı

 
     
Ivaz Paşa Camii (Manisa)
    Kapat
 

İvaz Paşa Camii (Manisa)
İvaz Paşa Camisi’nin Arapça kitabesinden öğrenildiğine göre; Abdülmûin oğlu İvaz Paşa 1484’de yaptırmıştır. Cami bir büyük kubbeyle örtülü ve tek minarelidir. Son cemaat yeri ise beş yuvarlak sütun üzerine oturan dört kubbe ile örtülüdür. İnşaatında kesme taş ve tuğla kullanılan caminin tuğla işçiliği, çinileri ve ahşap minberindeki gometrik süslemeleri ile dikkati çekmektedir. Caminin son cemaat yerinin doğusunda yer alan mezar ise İvaz Paşa’ya aittir.
Mihrap dışarıya hafif çıkıntılı olup dilimli bir kemer içerisindedir. Niş beş sıra mukarnaslıdır. Minber ağaç işçiliğinin en güzel örneklerindendir.
Minare caminin solunda olup taş bir kaide üzerinde, yuvarlık yivli gövdeli tek şerefelidir. Şerefe altında, taş kuşak üzerinde zengin bir mukarnas dizisine yer verilmiştir.
Caminin ana duvarları içerisinde kuzey köşede minare kürsüsü bitişiğinde türbe bulunmaktadır. Türbe iki taraftan sivri kemerli bir açıklığa sahip olup, bu kemerler köşedeki sütunlar üzerine oturtulmuştur. Acık türbe görünümündeki bu mekân küçük bir kubbe ile örtülmüştür. Türbe içerisindeki üç sanduka bulunmaktadır. Ancak bu sandukalar üzerindeki girift yazılar okunamadığından kime ait oldukları bilinmemektedir.

 
     
Kanuni Sultan Süleyman Türbesi
    Kapat
 

Kanuni Sultan Süleyman Türbesi

İstanbul Eminönü ilçesinde, Süleymaniye Camisi’nin avlusunda bulunan Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) Türbesi, ölümünden sonra oğlu Sultan II. Selim tarafından yaptırılmıştır.
Mimar Sinan’ın eseri olan bu türbe sekizgen planlı olup, köşeleri hafifçe pahlanmıştır. Sekizgen gövdenin alt kısmını geniş bir saçak altında dolaşan sivri kemerli bir revak çepeçevre sarmıştır. Bu revak iki mermer kemerlerin üzerine oturduğu baklava başlıklı 29 sütun tarafından taşınmaktadır. Sütunların aralarına Bursa kemerli korkuluklar yerleştirilmiştir. Bu revakların arkasında dikdörtgen çerçeveli, mermer söveli pencereler bulunmaktadır. Pencerelerin iki renkli sivri kemerli alınlıkları mermer ile kaplanmıştır.
Türbenin içerisi de sekizgen planlı olup, üzerini örten kubbe geniş pandantifler üzerine oturtulmuştur. Türbenin içi XVI. yüzyılın çinileri, kalem işleri ve ağaç işçiliğinin örnekleri ile bezenmiştir. Giriş kapısının iki yanına bitkisel kompozisyonların egemen olduğu çini panolar yerleştirilmiştir. Abanoz kapı kanatları sedef ve fildişi kakmalarla bezenmiş, bunların üzerine Kelime-i Tevhit yazılmış ve geometrik süslerle de bezenmiştir. İç mekân duvarları yarıya kadar çini ile kaplanmıştır. Burada beyaz zemin üzerine lacivert, firuze ve kırmızı renklerin ağırlıklı olduğu bitkisel kompozisyonlu çiniler boş yer bırakmamacasına bütün yüzeyi kaplamıştır. Ayrıca çinilerin üzerinde tüm mekânı çepeçevre dolaşan bir ayet frizi bulunmaktadır.
Kubbe kalem işleri ile bezenmiş, altın yaldızlı madalyonlar da dikkati çekmektedir. Burada rumi ve hatayilerin yanı sıra bezemeleri birleştiren düğümlerin ortalarına parlak cisimler yerleştirilmiştir.
Türbede Kanuni’den başka II. Süleyman, II. Ahmed ve hasekisi Rabia Sultan, Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan, II. Süleyman’ın annesi Saliha Dilaşub Sultan ve II. Ahmed’in kızı Asiye Sultan gömülüdür.
e-tarih.gov

 
     
Konya Alaaddin Cami
    Kapat
 

Konya Alaaddin Cami
Konya'da Alaaddin Tepesindedir. XII. yüzyıldan kalan ilk Selçuklu eseri Alaaddin Cami'nin zamanla değişen planı, organik bir bütün değildir. İlk caminin abanoz ağacından 1155 tarihli şahane minberinde Sultan Mesut ve II. Kılıçaslan'ın kitabeleri bulunmakta, Ahlatlı usta Mengümberti'nin adları yazılıdır.
Kitabeli tarihli en eski Selçuklu eseri olan böyle bir minberin sanat değerine uygun bir mimaride yapılması gereken camide, iki farklı devir göze çarpar. Klasik Türk Camilerinin mihrap önü kubbesi ve düz çatılı eyvanı ile doğuda sürunlar üzerine 6, batıda 4 paralel nef bir araya gelmiştir. 
TC Kültür ve Turizm Bakanlığı

 
     
Konya Alaeddin Sarayı
    Kapat
 

Konya Alaeddin Sarayı

Alaeddin Köşkü Konya’nın ortasındaki Alaeddin Tepesi denilen höyüğü çeviren Selçuklu surlarının bir burcu üzerine oturtulmuştur. Köşk Sultan II. Kılıçaslan (1156-1192) tarafından yapılmıştır. Sonraki yıllarda, Alâeddin Keykubat depremden yıkılan bu köşkü genişletmiş ve onarmıştır. Bu nedenle de Alâeddin Keykubat ismi ile tanınmıştır. Alâeddin Köşkü Konya Selçuklu Sarayı’nın bir parçası olarak düşünülmektedir. Selçuklulardan sonra Karamanoğulları tarafından da kullanılmış, XVII. yüzyıla kadar da Osmanlı Beylerbeylerinin ikametgâhı olmuştur.
Köşk kesme taş ve tuğladan yapılmış olup, etrafı balkonlarla çevrilmiştir. Bu balkonlar dışarıya taşan büyük tuğla konsollar üzerine oturmuş kare bir mekândan meydana gelmiştir. Kesme taş kaplamalı bu kulenin altındaki iki niş içerisine mermerden oturmuş durumda birer aslan figürü yerleştirilmiştir. Balkonla çevrili üst kattaki sivri kemerli balkon kapısı üzerinde lacivert üzerine beyaz kabartma harflerle yazılı bir kitabe bulunmaktadır.

Köşkün içerisi ve dışarısı son derece zengin çini ve ştükolarla bezenmiştir. Bu çinilerin ve ştükoların günümüze gelebilen bazı parçaları Konya Müzeleri’nde bulunmaktadır. Köşkteki büyük kare çiniler, yerel gri hamurdan minai tekniğinde yapılmıştır. Anadolu’da bu tür çini yapım tekniği XIII. yüzyılda ortaya çıkmış ve XIII. yüzyıl boyunca da devam etmiştir. Sekizgen yıldız ve baklavalardan oluşan bu tür çiniler yapıların tüm duvarlarını kaplamıştır. Bu çinilerden bir bölümü Almanya, Fransa, Amerika ve İsveç’teki müze ve koleksiyonlardadır.
Bu köşkün yalnızca doğu duvarı günümüze gelebilmiştir.

 
     
Kurşunlu Camii
    Kapat
 

KURŞUNLU CAMİİ / Kütahya
Kütahya' da Paşam Sultan mahallesindedir. 1377-1378 yılında Germiyanoğlu Süleyman Şah zamanında Ahilerden Şeyh Alaaddin oğlu Şeyh Muhammed tarafından yaptırılmıştır. Osmanlılar zamanında 1520' de Anadolu Beylerbeyi Kasım Paşa tarafından onarıldığı için Kasım Paşa Camii olarak da bilinir. Onarım sırasında önceden kiremitle örtülü olan kubbe kurşunla kaplandığı için "Kurşunlu Camii" adını almıştır.
Kütahya İl Kültür Turizm Md.lüğü

 
     
Kılıç Ali Paşa Camii
    Kapat
 

Kılıç Ali Paşa Külliyesi  / 1581

Kılıç Ali Paşa tarafından, Mimar Sinan’a, 1581 yılında, Tophane Meydanı’nda inşa ettirilen Kılıç Ali Paşa Külliyesi; cami, türbe, sebil, medrese ve hamamdan meydana gelmektedir.

Caminin son cemaat yeri beş kubbe ile örtülü olup; ayrıca, üç yönden son cemaat yerini saran kurşun kaplamalı sundurma ile bu kısmın tavan örtüsü meydana getirilmiştir. Dikdörtgen plana sahip cami ana mekânının 12.70 m çapındaki kubbe örtüsü, pencereli bir kasnağa oturtulmuş ve kubbe ağırlığı pandantifler aracılığı ile dört payeye bindirilmiştir. Ayasofya mimari estetiğinin gelişmiş bir örneği olduğu düşünülen cami, 16 yüzyılın işçiliği olan İznik çinileri ile bezenmiştir. 

Cami, 24’ü kubbe kasnağında olmak üzere toplam 147 pencere ile aydınlatılmaktadır. Ayrıca,  1948 yılında Deniz Müzesi’ne kaldırılan 16 yy. ait tarihi deniz feneri de caminin aydınlatılmasında kullanılmıştır. Tek şerefeli cami minaresi ise 19 yy.da gerçekleştirilen onarımda yenilenmiş ve minarede barok süslemeler kullanılmıştır.

Kılıç Ali Paşa Camii’nin denize bakan cephesinde bulunan ve sekizgen plan üzerine kesme taştan inşa edilen külliye türbesi, Kılıç Ali Paşa’ya aittir. Deniz tarafında bulunan bir diğer yapı; 18 hücreden meydana gelen, kare planlı külliye medresesidir. Külliye hamam ise caminin sağ tarafındaki kubbeli yapıdır. Avlu duvarının üzerindeki sebillerin de külliyeye dâhil olduğu düşünülmektedir.

 
     
Malatya Ulu Cami
    Kapat
 

Malatya Ulu Cami
Kentin doğusunda Battal Gazi ilçesinde yer alan yapı, 1224 yılında, Selçuklu Hükümdarı I. Alaaddin Keykubat zamanında yapılmış olup, mimarı Mansur bin Yakup’tur. Plan ve yapımında kullanılan malzeme bakımından İran’daki Büyük Selçuklu camilerinin Anadolu’daki anıtsal bir örneği olan caminin yazıtı, bugün şehir müzesinde bulunmaktadır. Eyvanlı cami planlarının Anadolu’daki tek örneğidir.

Mihrap önü kubbesi, buna bağlı eyvan ve ortası havuzlu iç avlu yapının özünü oluşturmaktadır. Eyvanın ön yüzü patlıcan moru çiniler ve tuğlanın çeşitli şekillerde dizilişiyle elde edilen geometrik motiflerle süslenmiştir. Caminin dışarıya açılan, biri batıda diğeri doğuda yer alan iki anıtsal portalı vardır. Tamamen tuğladan yapılan minarenin gövde kısmı ayakta bulunmaktadır. Caminin ahşap minberi Ankara Etnografya Müzesi’ndedir

Malatya İl Kültür Turizm Müdürlüğü
Fotoğraf: Fatih Demirhan

 
     
Mihrab
    Kapat
 

Mihrab

Dini yapılarda kıble yönünü belirleyen, çini, mermer veya ahşaptan genellikle duvarda küçük bir girinti biçiminde yapılan mimari öğedir. Çoğunlukla etrafı  yazı veya diğer bezeme yöntemleriyle çerçevelendirilerek sanat değeri kazandırılmıştır.

 
     
minber
    Kapat
 

Minber

Dini yapılarda, cemaate dini konuşmaların yapıldığı yüksekçe yerdir. Merdiveni ve üstü külahlı bir sahanlığı vardır ve mihrabın sağında yer alır. Ahşap ve taştan yapılır, korkulukları bezeli, sanat değeri yüksek eserlerdir.

 
     
Piyale Paşa Camii
    Kapat
 

Piyale Paşa Külliyesi / 1573   

Piyale Paşa Külliyesi; Beyoğlu İlçesi’nde, Kasımpaşa’da, II. Selim’in damadı Kaptan-ı Derya Piyale Paşa tarafından 1573 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Cami, Sıbyan mektebi, hamam, sebil, tekke, türbe ve çarşıdan meydana gelen bu külliyeden günümüze yalnızca cami ve türbe kalabilmiştir.

Külliyenin camisi, 55x45 m bir alana inşa edilmiştir. Külliyenin duvarlarının bir kısmı kesme küfeki taşıyla, bir kısmı da moloz taşla örülmüştür. Caminin 30.50x19.70 m genişliğindeki hariminin üzeri, eşit büyüklükte 9 m çapında altı adet kubbe ile örtülmüştür. Tavanı yapısını ortaya çıkaran kubbe ve tonoz örtü tuğladandır. Pandantiflerle desteklenen kubbelerin ağırlığı iki granit sütuna ve payelere bindirilmiştir.

Caminin üç sıra halinde tasarlanmış pencere açıklıkların, yapının aydınlık görüntüsüne büyük etkisi vardır. Caminin bitkisel motifli İznik çinileriyle kaplı mihrabı ve kubbeyi taşıyan kemer çerçevenin üzerindeki çini ayet kuşağının yazıları Çerkez Hasan Çelebi’nin eseridir.

Mihrabın süslemelerine karşın mermer minber ise son derece yalındır. Caminin kesme küfeki taşından inşa edilmiş tek şerefeli minaresi; alışıla gelmişin dışında mihrap ekseninde yükselmektedir.

 
     
Rüstem Paşa Camii
    Kapat
 

RÜSTEM PAŞA CAMİİ   (1561)

Mimar Sinan’ın ünlü eserlerindendir. Eminönü’nde, Tahtakale’de Hasırcılar Çarşısı’ndadır. İstanbul’un siluetini oluşturan en önemli yapılardan biridir. Yüksek bir platform üzerine oturtulmuştur ve kıyı siluetine egemen bir konumda, Hacı Halil Mescidi’nin yerine inşa edilmiştir. Caminin bulunduğu yer Roma döneminden bugüne şehrin en işlek mekanlarındandır. Banisi döneminin etkili devlet adamlarından, Süleymaniye Camii’nin inşasında da katkıları olan Sadrazam Rüstem Paşa’dır. Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı olan Sadrazam Rüstem Paşa imparatorluğun birçok yerinde yaptırdığı binalarla da tanınır. Cami, Rüstem Paşa’nın ölümünden sonra, 1561’de eşi Hürrem Sultan tarafından tamamlanmıştır. 1666 yangınında ve 1776 depreminde hasar görmüştür.

Rüstem Paşa Camii, Osmanlı mimari tarihinde olağanüstü güzellikteki çini kaplamalarıyla tanınır. Türkiye’nin en zengin çini kolleksiyonu bu caminin duvarlarında yer alır. Bu değerli çinilerin bir kısmı çalınmıştır.

Cami, tek minareli, etrafını çevirmiş sıra dükkanların, depoların üzerinde yükselen merkezi planlı yapıdır.
Camiiye iki yandaki döner merdivenler ile ulaşılır. Avlu entresan mimariye sahip, küçük bir teras olup beş küçük kubbe ile örtülür. Merkezi kubbe karşılıklı 4 duvar payesi ve yanlardaki ikişer sütün üzerinde yükselir.

Oradaki büyük kubbeyi dört yarım kubbe desteklemektedir. Eteğinde 24 pencere bulunan büyük kubbenin kemerleri, sekiz köşeli dört fil ayağına dayanmaktadır. Mimberi ve mihrabı mermerdir. Son cemaat yeri 6 sütun ve 5 kubbelidir. Tek şerefeli minaresi yıkılan orijinalinin yerine yapılmıştır.

Giriş cephesi, küçük fakat çarpıcı iç mekan duvarları, devrinin en meşhur İznik çini örnekleri ile süslüdür. Çiniler geometrik, yaprak ve çiçek motifleri ile dekorlu olup renkli çiçek bahçesini anımsatır. Bir rölyef gibi kabarık mercan kırmızısı rengi 16 yy. da kısa bir süre kullanılmıştı.

 
     
Selimiye Camii
    Kapat
 

Selimiye Camii / Edirne

H. 892 / M. 1574, Klasik Osmanlı Dönemi

Edirne, Türkiye

Mimar Sinan'ın Sultan II. Selim için Edirne'de inşa ettiği ve ustalık dönemi eseri olarak nitelendirdiği Selimiye Camii, iki medrese ve bunlara sonradan eklenen arasta ve darülkurra ile birlikte bir külliye oluşturmaktadır. Selimiye Camii, sekiz destek üzerine oturan 31.28 metre çapında ve yerden 42.25 metre yükseklikteki kubbesiyle sadece Osmanlı mimarisinin değil, dünya mimarlık tarihinin de en önemli yapılarındandır.

 

Mimar Sinan'ın Edirne'de Kavak Meydanı ya da Sarıbayır adı verilen alanda inşa ettiği ve “ustalık dönemi” eseri olarak nitelendirdiği Selimiye Camii, tasarımı ve anıtsallığıyla dünya mimarlık tarihinin en önemli yapıtlarından biridir.
Cami, güneydoğu ve güneybatısındaki iki medreseyle birlikte, 190mX130m boyutlarında bir avlu içine yerleştirilmiştir. Avlunun batısındaki arasta ve darülkurra, külliyeye, Sultan III. Murad döneminde, Mimar Davud Ağa tarafından eklenmiştir.

Cami, kareye yakın dikdörtgen planlı bir harim ve kuzeyindeki revaklı avludan oluşmaktadır. Avluya kuzey, doğu ve batı cephelerindeki üç açıklıktan girilmektedir. Avlunun ortasında, onaltıgen planlı bir şadırvan bulunmaktadır. Son cemaat yeri revak birimlerinden ikisi manastır tonozuyla, diğerleri kubbelerle örtülüdür. Harimin dört köşesine, yaklaşık 71m. yüksekliğinde, üçer şerefeli birer minare yerleştirilmiştir. Kuzeydoğu ve kuzeybatı köşedeki minarelerin şerefelerine üç ayrı merdivenle çıkılmaktadır.

Selimiye Camii'ni dünya mimarlık tarihinin en önemli yapıtlarından biri yapan ana özelliği, ibadet mekanının kurgusudur. Mekanı örten 31.28m. çapındaki anıtsal kubbe, onikigen kesitli sekiz ayakla taşınmaktadır. Kubbenin yerden yüksekliği 42.25m.dir. Kubbeye geçiş, iri tromplarla sağlanmıştır. Doğu ve batıdaki ayaklar, dışta, revak ve galerilerle gizlenmiş ikişer payandayla desteklenmiştir. İçte, duvarlarla ayaklar arasında kalan boşluklar galerilerle değerlendirilmiştir. Sinan, Selimiye Camii'nde, mihrabın yer aldığı yarım kubbeli bölüm hariç, merkezi planlı diğer yapılarında uyguladığı yarım kubbe ya da kubbelerle örtülü ek birimleri terk etmiş, mekan bütünlüğü sorununu ortadan kaldırmıştır. Harimin ortasında, altında fıskiyeli havuz bulunan müezzin mahfili, güneydoğu köşesinde ise hünkar mahfili yer almaktadır.

Yapının beden duvarları düzgün kesme taşlarla; taçkapı, mihrap, minber gibi unsurları ise mermerle kaplanmıştır.

Mihrabın içinde yer aldığı yarım kubbeyle örtülü bölümün duvarları, hünkar mahfili duvarları, pencere alınlıkları ve kadınlar mahfili kemer köşelikleri, sıraltı teknikli İznik çinileriyle süslenmiştir. Hünkar mahfilindeki çinilerin bir bölümü, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında sökülerek Moskova'ya götürülmüştür. Müezzin mahfili ve kubbede, bitkisel desenli kalem işi süslemelere yer verilmiştir. Bu süslemeler 1982-1984 yılları arasında onarılmıştır. Zengin geometrik süslemeler içeren minberi ve mukarnaslı kavsarayla örtülü çokgen kesitli bir nişe sahip olan mihrabı, Osmanlı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir.

1954-1971 yılları arasında onarım geçiren Selimiye Camii, bugün halen ibadethane olarak işlevini sürdürmektedir. Güneydoğusundaki medrese Türk-İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılmıştır.

www.museumwnf.org

 
     
Siirt Ulu Cami
    Kapat
 

Siirt Ulu Cami

Caminin yapılış tarihi belli değildir. Eskiden minarenin kaidesine yerleştirilmiş olup, halen cami içinde bulunan bir taşa ebced hesabiyle yazılan cami ve minarenin onarım tarihine göre bu cami Selçuklu Sultanların dan Mugizüddin Mahmut tarafından 1129 yılında onarılmış ve 1260 yılında Cizre Hakimi Selçuk Atabeyleri’nden El Mücahid İshak tarafından ilaveler yaptırılarak camiye hamam, dükkan ve tarla gibi bazı akar vakfedilmiştir.Güney tarafında yanyana üç kubbe sıralanmaktadır.

Dış duvarlar çok tamir gördüğü ve iklim şartları el vermediği için kapatılmış ve bu günkü iç hacim teşekkül etmiştir.

XIX. Yy.’da cami iç sathı kafi gelmediği için eski yapının doğusunda hangar cinsi bir bina yapılmış, bu binanın inşası sırasında da eski binanın bir kısmı yıkılmış ve caminin medrese odalarıyla olan ilişkileri kesilmiştir.

Geniş ve yukarı doğru incelen silindir şeklindeki minarenin esas bünyesi tuğladır. Basamakların kenarları ile duvarlarında yatay olarak devren konulmuş hatıllar ahşaptandır. Orta çekirdek ve merdivenlerin boşluğu aşağı kısmı geniş, yukarıya doğru daralan kuleyi andıran şekilde inşa edilmiştir. Dışı çini ile kaplanmıştır.

Ulu Cami Minberi; 1214 yılında yapılmış  orta büyüklükte minberler den olup,  çeşitli tarihlerde onarım dan geçmiştir. Minberin kapı sövesinin sağ yan cephesinde “Ayet-el Kürsi”’ den bir parça sol yan cephesin de ise Usta Kitabesi vardır. Bu kitabeden, minberi Ebubekir Oğlu Hacı Ali’nin “Teberrüken” yaptığı, Şeyh Osman Oğulları Hacı Ömer’inde bu işte çalıştıkları anlaşılmıştır. Kitabenin sonunda (tarihte) kelimesi varsa da yıl rakamı kaybolmuştur.

Bununla beraber minber kapısının taç kısmındaki tamir kitabesinde; minberin Hacı İsmail Oğlu Abdülfettah tarafından tamir ettirildiği ve asıl yapılış tarihinin 611 olduğu kaydolunmaktadır. Kapı sövesinin cephesinde 9. Surenin 18. Ayeti ve kapı sövesinin sol tarafın da aynı surenin 19. Ayeti yazılıdır. Minber külahında iki türlü yazı okunmaktadır. Külah kaidesinde 4.Surenin 103. Ayetine ait olan yazılar minberle yaşıt olan güzul kufi yazılardır. Külah diliminde bulunan diğer yazılar ise, onarım sırasında yazılmış olup, usta adlarına aittir.

Dicle Üniversitesi

 

 
     
Siirt Ulu Cami minber yazıları
    Kapat
 

Siirt Ulu Cami
Caminin yapılış tarihi belli değildir. Eskiden minarenin kaidesine yerleştirilmiş olup, halen cami içinde bulunan bir taşa ebced hesabiyle yazılan cami ve minarenin onarım tarihine göre bu cami Selçuklu Sultanların dan Mugizüddin Mahmut tarafından 1129 yılında onarılmış ve 1260 yılında Cizre Hakimi Selçuk Atabeyleri’nden El Mücahid İshak tarafından ilaveler yaptırılarak camiye hamam, dükkan ve tarla gibi bazı akar vakfedilmiştir.Güney tarafında yanyana üç kubbe sıralanmaktadır. Ortadaki en büyük, solda yani doğudaki pek farklı küçük; sağda, batıdaki nispet en daha küçük olmak üzere kemerlerle birbirine bağlanmış ve geniş bir saf nizamı teşkil etmiştir. Bu özelliğiyle Ulu Cami planı Mezopotamya’daki yanyana getirilerek büyütülmüş bir örneği ile Orta Asya’da rastlanılan planlara benzemektedir. Yalnız, dış duvarlar çok tamir gördüğü ve iklim şartları el vermediği için kapatılmış ve bu günkü iç hacim teşekkül etmiştir.
XIX. Yy.’da cami iç sathı kafi gelmediği için eski yapının doğusunda hangar cinsi bir bina yapılmış, bu binanın inşası sırasında da eski binanın bir kısmı yıkılmış ve caminin medrese odalarıyla olan ilişkileri kesilmiştir.
Geniş ve yukarı doğru incelen silindir şeklindeki minarenin esas bünyesi tuğladır. Basamakların kenarları ile duvarlarında yatay olarak devren konulmuş hatıllar ahşaptandır. Orta çekirdek ve merdivenlerin boşluğu aşağı kısmı geniş, yukarıya doğru daralan kuleyi andıran şekilde inşa edilmiştir. Dışı çini ile kaplanmıştır.

Ulu Cami Minberi; 1214 yılında yapılmış  orta büyüklükte minberler den olup,  çeşitli tarihlerde onarım dan geçmiştir. Minberin kapı sövesinin sağ yan cephesinde “Ayet-el Kürsi”’ den bir parça sol yan cephesin de ise Usta Kitabesi vardır. Bu kitabeden, minberi Ebubekir Oğlu Hacı Ali’nin “Teberrüken” yaptığı, Şeyh Osman Oğulları Hacı Ömer’inde bu işte çalıştıkları anlaşılmıştır. Kitabenin sonunda (tarihte) kelimesi varsa da yıl rakamı kaybolmuştur.
Bununla beraber minber kapısının taç kısmındaki tamir kitabesinde; minberin Hacı İsmail Oğlu Abdülfettah tarafından tamir ettirildiği ve asıl yapılış tarihinin 611 olduğu kaydolunmaktadır. Kapı sövesinin cephesinde 9. Surenin 18. Ayeti ve kapı sövesinin sol tarafın da aynı surenin 19. Ayeti yazılıdır. Minber külahında iki türlü yazı okunmaktadır. Külah kaidesinde 4.Surenin 103. Ayetine ait olan yazılar minberle yaşıt olan güzul kufi yazılardır. Külah diliminde bulunan diğer yazılar ise, onarım sırasında yazılmış olup, usta adlarına aittir.
Dicle Üniversitesi

 
     
Sokollu Mehmet Paşa Camii
    Kapat
 

Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi

Sokullu Mehmed Paşa Külliyesi, Bizans zamanında Aya Anastasia Kilisesi’nin bulunduğu eğimli arsa üzerine bina edilmiştir. Külliyenin mimarı, Osmanlı mimarisine damgasını vuran Mimar Sinan’dır. 

Külliye camisinin 15.30x18.80 ölçülerindeki ibadet mekânı; altı ayak üzerine oturtulmuş 13 m çapındaki altıgen kubbe ile örtülmüştür. Prizmatik mukarnas oymalı Mihrap ve minber, dönemin mermer işçiliğinin güzel örneklerindendir. Özellikle; minber külahının çini kaplamaları ve mihrabın iki yanındaki çini panolar, görsel bütünlük sağlamıştır.

Camide toplam doksandan fazla pencere bulunur ve bu pencereler yan cephede ve kasnakta yoğunlaşır. Bu caminin diğer bir özelliği ise, dört küçük Hacer-i Esved parçasının giriş mahfilinin altına, mihraba ve diğer iki parçasının da minber külahı ve kapısına konmuş olmasıdır.

Caminin kesme taştan inşa edilmiş tek şerefeli minaresinin üzerinde, Mimar Sinan’ın eserlerinde kullandığı dikey hatlar mevcuttur.

Caminin iç avlusunda; tavan örtüsü kubbeden olan 16 oda ve bir dershaneden meydana gelen külliye medresesi bulunur. Avlunun ortasında ise; avlu ile bütünleşmiş, sanatsal değere sahip bir şadırvan vardır.

 
     
Sokollu Mehmet Paşa Türbesi
    Kapat
 

Sokollu Mehmet Paşa Türbesi

Sokullu Mehmet Paşa, Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566), Sultan II. Selim (1566–1574), Sultan III. Murad (1574–1595) dönemi sadrazamıdır.

Sokullu Mehmet Paşa’nın medrese, dar’ül kurra, türbe ve çeşmeden oluşan külliyesi İstanbul, Eyüp ilçesinde bulunmaktadır.

Bu külliye Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568–1569 yıllarında Mimar Sinan’a yaptırılmış, 1961–1962 yıllarında onarılmıştır. Külliyenin medresesi günümüzde Eyüp Sağlık Merkezi, dar’ül Kurası da Çocuk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

Türbe iki yüzü sokağa yönelik, medresenin dershanesi ile aynı eksen üzerindedir. Dershane ile aynı saçakla birbirlerine bağlanmıştır. Sekizgen gövdeli türbenin duvarları köfeki taşındandır. İç kısmında sekizgenin köşelerine sekiz yuvarlak niş yerleştirilmiştir. Bu nişlerin arasına yedi pencere ve bir de kapı açılarak sekizgen prizmalı gövde on altıgene çevrilmiştir. Üzerini örten kubbe doğrudan doğruya duvarlar üzerine oturtulmuştur. Bundan ötürü de dış görünümünde duvarların profil saçaklarının bittiği yerde kubbe eteği başlamıştır. Türbenin sol yönünde medrese ile müşterek avlu kapısı bulunmaktadır. Bu kapı üzerinde üç satır halinde kitabesi bulunmaktadır.

Türbe kapısı iki kanatlı ve kündekâri tekniğinde ahşap geçmeli olup, oval kemerli bir niş içerisinde yer almaktadır. Türbe iki sıra halindeki pencerelerle aydınlatılmıştır.
Türbenin içerisinde çini yazı ile bir ayet kuşağı tüm kubbeyi çepeçevre dolaşmaktadır. Burada lacivert zemin üzerine beyaz sülüs yazı ile Ayet’el Kürsi yazılıdır. Kubbe koyu kiremit kırmızısı zemin üzerine beyaz renkte rozet, palmet, rumi ve çiçek motiflerinden meydana gelen kalem işleri ile bezenmiştir.

Türbe içerisinde Sokullu Mehmet Paşa’nın ahşap sandukası bulunmaktadır. Türbede Sokullu Mehmet Paşa’dan başka Sokullu Hasan Paşa (1604), Sokulluzade İbrahim Paşa (1621), Sokulluzade Mustafa Bey, Sokullu Mehmet Paşa’nın kızı Safiye Hanım Sultan (1562), Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Sultanzade Pir Mehmet Bey, Ali Bey (1567), Mehmet Bey Şehidin (1571), Sultanzade Ahmet Bey (1566), İbrahim Hanzadeoğlu Defter Emini Mehmet Bey (1666), Mehmet Bey’in oğlu Ali Bey (1715), Ali Bey’in oğlu Bahir İsmail Bey, Bahir İsmail Bey’in oğlu Ahmet Bey, Kasım Paşa’nın kızı Ayni Hatun gömülüdür.

Türbenin duvarının yanındaki çeşme 1568–1569 yılında yapılmıştır.

 
     
Suleymaniye Camii
    Kapat
 

Süleymaniye Külliyesi / 1550-1557

Harim kuzey taçkapısındaki, hattat Karahisari Ahmed Efendi tarafından yazılan Arapça kitabeden, caminin inşasına 1550'de başlandığı; 1557'de tamamlandığı öğrenilmektedir. Belgelere göre, Birinci ve İkinci Medreseler 1553'de, üçüncü ve Dördüncü medreseler ise 1559 da tamamlanmıştır. Hürrem Sultan Türbesi 1557-58'de; Kanuni Türbesi ise 1567'de inşa edilmiştir.

Mimar Sinan'ın “kalfalık dönemi” eseri olarak nitelendirdiği Süleymaniye Camii, İstanbul'da aynı adla anılan semtte, yaklaşık 60.000m²lik bir alana oturan kapsamlı bir külliye içinde yer almaktadır.

Külliyenin merkezinde bulunan cami, güneyindeki hazireyle birlikte, 216mX144m. boyutlarında bir avlu içine alınarak, külliyenin diğer yapılarından ayrılmıştır. Güneydeki hazirede, Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan'a ait birer türbe ve bir türbedar odası bulunmaktadır. Külliyenin diğer yapıları, cami ve hazireyi doğu, batı ve kuzeyden “U” şeklinde çevrelemektedir. Caminin kuzeyine tabhane, imaret ve darüşşifa; batısına sıbyan mektebi, tıp medresesi, birinci ve ikinci medreseler ve 36 dükkandan oluşan Tiryaki çarşısı; doğusuna üçüncü ve dördüncü medreseler; güneydoğusuna ise darülhadis ve hamam yerleştirilmiştir. Mimar Sinan'a ait baldaken kuruluşlu mütevazı türbe ise, külliyenin kuzeydoğu köşesindedir.

Süleymaniye Camii, 69m.X63m. boyutlarında kareye yakın dikdörtgen planlı bir harim ve kuzeyindeki revaklı avludan oluşmaktadır. Avlunun ortasında dikdörtgen şekilli bir şadırvan bulunmaktadır. Tüm revak birimleri kubbelerle örtülüdür. Yapının, ikisi harimin, ikisi avlunun kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerine yerleştirilmiş 4 minaresi vardır. Harimin iki köşesindeki minareler 76m. yükseklikte ve üç şerefeli; avlu köşelerindekiler ise 56m. yükseklikte ve iki şerefelidir. Harim, birbirlerine sivri kemerlerle bağlı, 6.20m.X5.10m. boyutlarında dört anıtsal destekle taşınan 27.40m. çapında bir merkezi kubbeyle örtülüdür. Kubbenin yerden yüksekliği 49.50m.dir. Merkezi hacmin kuzeyinde ve güneyinde kalan dikdörtgen hacimler birer yarım kubbeyle; doğu ve batısında kalan bölümler ise küçüklü büyüklü beşer kubbeyle örtülmüştür. Merkezde yer alan anıtsal destekler, sivri kemerler aracılığıyla beden duvarları içine yerleştirilmiş anıtsal payandalara bağlanarak desteklenmiştir. Payandaların yaratacağı monotonluğu kırmak amacıyla yapının doğu ve batı cepheleri revak ve galerilerle hareketlendirilmiştir.

Külliyedeki tüm yapılar, düzgün kesme taşlarla inşa edilmiştir. Caminin taçkapı, mihrap ve minber gibi unsurları mermerlerle kaplanmıştır.

Süleymaniye Külliyesinin süsleme açısından en zengin yapıları, çini ve kalemişleriyle bezeli Kanuni ve Hürrem Sultan türbeleridir. Cami, süsleme açısından oldukça sadedir. Avlu ve harim kubbelerinde yer alan kalem işi süslemeler, alt sıra pencerelerinin sedef ve fildişi kakmalı ahşap kapakları ve güney duvarındaki pencerelerde görülen vitraylar başlıca süsleme unsurlarıdır. Harimdeki kalemişi süslemelerin üzerine, 19. yüzyılda Fossati Kardeşler tarafından dönemin zevkine uygun süslemeler yapılmış; 1961-67 yıllarında yapılan onarımlar sırasında bu süslemeler kaldırılarak, özgün süslemeler açığa çıkarılmıştır. Külliyenin diğer yapılarında süslemeye yer verilmemiştir.
Cami günümüzde ibadet işlevini sürdürmektedir. Külliyenin diğer yapıları ise farklı işlevlerde kullanılmaktadır.

 

Yrd.Doç. Şakir Çakmak (Ege Üniversitesi, Sanat Tarihi)
discoverislamicart.org


Aslanapa, O., Osmanlı Devri Mimarisi [Architecture of the Ottoman Period], Istanbul, 1986.

Kuran, A., Mimar Sinan, Istanbul, 1986.

Mülayim, S., Ters Lâle, Osmanlı Mimarisinde Sinan çağı ve Süleymaniye [Inverted Tulip: The Age of Sinan in Ottoman Architecture and Süleymaniye], Istanbul, 2001.

Sözen, M., Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan [The Development of Turkish Architecture and Mimar Sinan], Istanbul, 1975.

Barkan, ö. L., Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı: 1550–1557 [The Süleymaniye Mosque and its Construction: 1550–1557], Vols. I and II, Ankara, 1972; 1979.

 
     
Sultan Ahmet Camii
    Kapat
 

Sultan Ahmet Külliyesi / 1616

İstanbul’un Eminönü ilçesinde, Ayasofya’nın karşısındadır. Mimarı, Mimar Sinan öldükten sonra baş mimarlığa getirilen Sedefkâr Mehmed Ağa’dır. I. Ahmet tarafından 1609 yılında yapımına başlanmış ve 1616 yılında tamamlanmış olan Sultan Ahmet Külliyesi, İstanbul’daki en büyük külliyelerden biri olma özelliğine sahiptir.

Külliyede kullanılan bitkisel motifli 20000 fazla çiniden dolayı Batı’da “ Mavi Cami” olarak da bilinir. Bu anıtsal yapı için Evliya Çelebi’nin yazdığına göre; yedi saray yıktırılmıştır. Külliyenin Osmanlı klasik mimari anlayışının son örneklerinden biri olması, yapıya ayrı bir değer katmıştır.   
                  

Külliyenin ana yapıları; cami, imaret, medrese, hünkâr kasrı, hamam, çeşme, darüşşifa, sıbyan mektebi,  arasta, sebiller,  kiralık odalar, evler ve mahzenlerdir.  
  

Cami   

Külliye camii İstanbul’daki altı minareli tek cami olma özelliğine sahiptir.  Üç şerefeli dört minare caminin dört köşesine, kalan iki şerefeli kısa minarelerse, avlunun karşılıklı iki köşesine gelecek şekilde inşa edilmiştir.  Dört adet fil ayağı üzerine oturan 33,6 metre çapında ve 43 metre yüksekliğindeki caminin ana kubbesi, dört yarım kubbeyle desteklenmiştir. 

Caminin 64x72 ölçülerindeki iç mekânı 260 adet pencereyle aydınlatmaktadır. Caminin önünde ve iki yanında, pencereli duvarlarla çevrilmiş dış avlusunun sekiz kapısı vardır. Mermer döşemeli şadırvanlı avlu otuz kubbeyle çevrilidir.  Avludaki altı sütunlu şadırvan lale ve karanfil motifleri ile dekorlanmıştır.
Caminin iç avlusuna merdivenli üç kapıdan girilir. Bu kapılar ve dış avlunun cümle kapısı bronzdandır.

Caminin sedef kakmalı minberinde, işlemeli müezzin mahfili ve mihrapta mimari ayrıntılar işlenmiştir. Ayrıca halı ve kilimler, rahleler, kalem işleri ve renkli cam pencerelerle yapı sanatsal değer kazanmıştır.

 
     
Topkapı Sarayı / İstanbul
    Kapat
 

Osmanlı İmparatorluğu'nun başkent İstanbul'da yönetim sarayı ve hanedanlık ikametgâhı olarak kullanılan Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethetmesinden sonra 1478 yılında tamamlanmıştır. Osmanlı hanedanı, Topkapı Sarayı'nı 19. yüzyılda Boğaziçi saraylarına yerleşene kadar kullanmıştır. Saray, Cumhuriyet'in ilanından sonra 3 Nisan 1924'te Atatürk'ün emriyle müze haline getirilmiştir.

 
     
Yeni Camii
    Kapat
 

Yeni Camii Külliyesi / !589

Eminönü’nde Mısır Çarşısı’nın karşısında olan Yeni Valide Camii Külliyesi, Osmanlı tarihi boyunca yapımı en uzun süren Külliye olma özelliğine sahiptir. III. Murat’ın karısı Safiye Sultan adına 1589 yılında inşaatına başlanmış ve yapımı bir süre durdurulduktan sonra 1661 yılında IV. Mehmet’in annesi Valide Turhan Sultan tarafından yapımına tekrardan başlanmış ve 1663 yılında açılmıştır.

Yeni Cami Külliyesi inşasının uzun yıllar sürmesi, farklı mimarların yapıda payının olmasına sebep olmuştur. İlk yapılanmaya Mimar Sinan’ın talebesi Davut Ağa ile başlanmış yapılanmaya Dalgıç Ahmet Ağa’yla devam etilmiş ve tamamlamak yarım yüzyıl sonra Mustafa Ağa’ya nasip olmuştur. Yeni Valide Camii Külliyesi’nin ana yapıları Cami, Mısır Çarşısı, Türbe ve Hünkâr Kasrı’dır.

Cami

Yeni Cami mimarlarından Davut Ağa’nın Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olması, Yeni Cami’de Şehzadebaşı Camisi’nin etkisinin görülmesine sebep olmuştur. Bir ana kubbe etrafında, aynı çapta dört yarım kubbeyle çevrili olan cami tavanı, irili ufaklı birçok kubbeyle örtülmüştür.

Caminin üç şerefeli iki minaresi ve yirmi iki küçük kubbesi olan avlu çerçevesinin; üç farklı yönde,  kubbeli üç girişi vardır. Bu avlunun ortasında, kubbeli ve mermerden bir şadırvan bulunur.

Cami bezemelerinde Osmanlı klasik mimari anlayışından belirgin sapmalar olmamış ve Cami’nin dış avlu duvarı 19 yy.ın ikinci yarısında artan Eminönü trafiğini rahatlatmak için yıktırılmıştır. Külliyenin darülkurrasıyla ve Sıbyan Mektebi de sonraki dönemlerde yıktırılmıştır.

Diğer Mekânlar

Külliye içindeki en göz alıcı mekânlardan biri olan Mısır Çarşısı, bugün hala faaliyette ve eski canlılığını korumaktadır. Külliye türbesi, İstanbul’daki en büyük sultan türbelerinden biri olan Hatice Turhan Sultan Türbesidir ve çevresinde beş Osmanlı padişahının mezarı bulunur. Osmanlı hanedanından birçok kişinin mezarı da bu bölgededir. 47 penceresi olan Türbede; Hatice Turhan Sultan, II. Mustafa, I. Mahmut, III. Ahmet ve IV Mehmet’in sandukaları bulunur. Ayrıca türbe içinde çok sayıda şehzade ve sultanın da mezarı vardır.

Valide Turhan Sultan için yaptırılan, Hünkâr Kasrı, Osmanlı klasik mimarisinin tüm güzelliğini yansıtır. İki büyük oda, bir eyvandan müteşekkildir.

 
     
Yıldız Sarayı
    Kapat
 

İstanbul Yıldız Sarayı

Yıldız Sarayı, Beşiktaş Yıldız Tepesi'nde Türk Osmanlı Saray mimarisinin en son örneğini teşkil eden yapı gruplarındandır.

 

Sarayın bulunduğu "Hazine-i Hassa"ya kayıtlı bu arazi Kanuni Sultan Süleyman Döneminden beri padişahlar tarafından av sahası olarak kullanılmaktayken bu araziye ilk kasrı Sultan I. Ahmet yaptırmıştır. (1603-1617)

18. yüzyıl sonunda, Sultan III. Selim (1789-1087) annesi Mihrişah Sultan için buraya başka bir kasır yaptırmış ve bu kasra "Yıldız" ismi verilmiştir. Sultan Selim sarayın iç bahçesinde Rokoko stilinde bir de çeşme yaptırmıştır.

 

Sultan II. Mahmut'da (1808-1839), 1834-1835 yıllarında burada bir köşk yaptırarak etrafını da bir bahçeyle düzenletmiştir. 

Oğlu Sultan Abdülmecit (1839-1861) bu köşkleri yıktırarak, 1842 yılında daha güzel bir uslupta olan "Kasr-ı Dilküşa" isimli köşkü annesi Bezm-i Alem Sultan için yaptırmıştır.

Genellikle yaz aylarında Yıldız Köşkü'ne oturmaya gelen Sultan Abdülaziz (1861-1876) ise, Büyük Mabeyn Köşkü'nü inşa ettirmiştir. Daha sonra da, dış bahçe denilen kısma Malta ve Çadır köşklerini, asıl saray kısmına ise Çit Kasrı'nı ekletmiştir.

Saray asıl yapılaşmasına II. Abdülhamid döneminde başlamış ve buraya Yıldız Sarayı Hümayunu ismi verilmiştir. Sultan Abdülhamid zamanında, civardaki arazi de alınmış, şimdi Yıldız Parkı denilen, dış bahçe genişletilmiş ve büyük ölçüde imar çalışmalarına da girişilmiştir.

Bu durumuyla saray, bahçeleriyle beraber 80 dönümlük bir araziye yayılmıştır.

Sarayda, sultanlar ve şehzadeler tarafından ikametgâh olarak kullanılan ve resmi görevlilere tahsis olunan köşklerden başka, tiyatro, müze, kitaplık, eczane, hayvanat bahçesi, mescit, hamam, tamirhane, marangozhane, demirhane, kilithane gibi çeşitli binaları da bulunmaktaydı.

Uzun süre Harp Akademileri binası olarak kullanılan saray, 1978 yılında, Kültür Bakanlığı'na devredilmiş ve daha sonra Yıldız Sarayı Müdürlüğü'ne tahsis edilmiştir. Saray'da ilk müzeleştirme çalışmaları 1994 yılında gerçekleştirilebilmiştir. 6 Ocak 1994 tarihinde Saray Tiyatrosu ve yeniden düzenlenen Sahne Sanatları Müzesi, 8 Nisan 1994'de ise Yıldız Sarayı Müzesi ziyarete açılmıştır.

 
     
Şah Melek Camii
    Kapat
 

Şah Melek Camii / Edirne


1429'da yapılan Şah Melek Paşa Camiinde yapı malzemesi olarak düzgün kesme taş ve tuğla kullanılmıştır. bir merkezi kubbeye kuzey yönde açılan iki çapraz tonozlu mekândan oluşmuş bir plan şeması göstermektedir.

Yapının süslemeleri, harim duvarlarının iç yüzleri, doğu taçkapısı ve mihrap üzerinde toplanmaktadır. Taçkapıda, kavsara kuşatma kemeri üzerinde, ters/yüz palmetlerden oluşan bir süsleme şeridi görülmektedir. 

Şah Melek Paşa Camiinin kuzeydoğusunda bulunan yuvarlak formlu taçkapı kemerinin yüzeyi, düz ve ters üç dilimli palmet dizisiyle doldurulmuştur. Taçkapı kemeri düzenleniş bakımından erken dönemde örneği olmayan bir uygulamadır. 

Yuvarlak formlu bu kemer altında üç dilimli bir dekoratif kemer daha bulunur. Taçkapıyı üç yönden kuşatan düz profilli iki silme arasındaki kuşak yüzeyden oyularak derinleştirilmiş ve bir bordüre dönüştürülmüştür. Sol (güney) tarafı günümüze orijinal olarak ulaşan bordürün yüzeyi kufi olarak "Allah Gani" yazısını tekrar edecek şekilde oyulmuş, oyuklara turkuvaz renkli sırlı tuğla kakılmıştır. 

Mihrapta, kalıplama tekniğiyle oluşturulmuş alçı süslemeler görülmektedir. Mihrap çerçevesinin en dıştaki şeridinde bir âyet kitabesi bulunmaktadır.

Şah Melek Paşa Camii, iç mekândaki alçı ve çini tezyinata nazaran taş süsleme açısından oldukça sadedir.

Sedat Bayrakal,Edirne'deki Tek Kubbeli Camiler, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları-2001

 
     
Tarihi Buluntu Yerleri
Acemhöyük
    Kapat
 

YEŞİLOVA (ACEMHÖYÜK)           

 

Aksaray İli Yeşilova Kasabası sınırları içerisinde yer alan Acemhöyük 700x600m. ölçülerinde oval biçimli höyüğü ve bunu çevreleyen Aşağı şehri ile Anadolu’nun en büyük höyüklerinden biridir.

 

Yapılan arkeolojik kazılardan elde edilen veriler höyüğün M.Ö 3000 yıllarından itibaren iskan edildiğini, en parlak döneminin ise Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nda (M.Ö 1800) yaşadığını göstermektedir. Bu dönemde Anadolu’nun önemli krallıklarından birinin merkezidir. M.S 3.yüzyılın başında tamamen terk edildiği anlaşılmıştır.    

 

Kazılar, Acemhöyük’ün M.Ö III. bin yani Eski Tunç Çağı yerleşimlerinde konutların dikdörtgen ya da yamuk planlı kerpiç yapılardan oluştuğunu göstermiştir. Kentin en parlak döneminin yaşandığı Assur Ticaret Kolonileri Çağına (M.Ö 1800) ait III. katta açığa çıkarılmış olan iki saray yapısı, yalnız Acemhöyük için değil Anadolu mimarlık tarihi açısından da önemlidir. Höyüğün güneyinde yer alan “Sarıkaya Sarayı”, Kuzeybatısındaki “Hatipler Sarayı” olarak isimlendirilmiştir.

 

Acemhöyük tarihine ve saraylarla ilişkide olan ülke ya da kişileri öğrenmemizi sağlayan 1500 kadar bulla (mühür baskılı kil topak) bu sarayların bazı odalarında bulunmuştur. Bunlar arasında Mezopotamya’da yaşayan çağdaş krallar, aileleri ve onların hizmetlilerine ait olanlar mevcuttur. Sarıkaya sarayının diğer buluntuları arasında obsidiyen (volkancamı) ve kaya kristalinden kaplar, oyun tahtaları, fildişinden mobilya parçaları, altın aplikler, dönemin değişim aracı olan bakır külçeler ve tunçtan silahlar sayılabilir.

 

Acemhöyük’de höyük ve Aşağı Şehir’de Koloni Çağına ait katlarda yerleşim yeri içine gömülmüş çocuk ve az sayıda yetişkinlere ait mezarlara rastlanmıştır. Mezarların büyük kısmına çeşitli ölü hediyeleri bırakılmıştır. 

 

Kazı çalışmaları sonucunda müzeye, şu ana kadar 843 adet eser kazandırılmıştır. Buradan çıkan eserlerin bir kısmı Niğde Müzesi’ndedir. Ayrıca buradan yurt dışına kaçırılmış bir grup eser de bulunmaktadır.

(Aksaray Valiliği)

 

 
     
Aksu Zindan Mağarası - Timbriada
    Kapat
 

Timbriada Ve Zindan Mağarası Kutsal Alanı:    (Aksu)

Küçük bir kent olan Timbriada Eurymedon  (Köprüçay) kaynakları yakınındadır. Kentin Zindan Mağarası önünde  bir açıkhava tapınağı bulunmaktadır. Açıkhava tapınağı mağaranın önünden alt kısımdaki dere yatağına kadar basamaklı inşaedilmiştir. Kutsal alanın önüne Roma dönemi tonozlu bir köprü yapılarak kutsal alan ile güneyindeki mezarlık birbirine bağlanmıştır. Mağara girişinde mozaikte ve köprünün kilit taşı üzerinde Eurymedon'un kabartması yeralır.

Antik çağda mağara ağzının sağında ana kayaya oyulmuş niş içinde duran Eurymedon Tanrısının insan ölçülerindeki heykeli bugün Isparta Müzesinde sergilenmektedir.

Antik kent Roma İmparatoru Hadrianus (M.S. 117-138) dan İmparator Severus Alexander'e (M.S. 222-235)  kadar para basmıştır.

 
     
Alacahöyük
    Kapat
 

Alacahöyük / Çorum

 

Çorum’un 45 km. güneybatısında, Ankara’nın 160 km. doğusundadır.

 

Eski Tunç Çağı ve Hitit çağında çok önemli bir kült (dini tören) ve sanat merkezi olan Alacahöyük’te 4 uygarlık çağı açığa çıkartılmıştır.

 

Alacahöyük’te 1. uygarlık çağı, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu-Osmanlı dönemleri ile temsil edilmektedir. 1. kültür katta, Geç Frig çağında höyüğün her yanı iskan edilmiştir. Küçük evlerden oluşan bu kat, seramiğine göre,  M.Ö. 650’den daha eski değildir.

 

Mabedi, büyük yapıları, özel-blok evleri, sokakları, büyük küçük su kanalları,  şehir suru, biri sfenksli, diğeri poternli anıtsal kapılarıyla Hitit İmparatorluk Çağı’nın müstahkem olmayan, düz ovaya kurulan tipik temsilcisi höyüğün 2. kültür katını oluşturur.

 

Kalker temel üzerine andezit bloklarla inşa edilmiş olan Sfenksli Kapının genişliği 10 metredir. O, bir yolla bağlandığı büyük mabedin anıtsal geçididir.

 

Alacahöyük 3. uygarlık katını Eski Tunç Çağı (M. Ö 2500-2000) oluşturur.  Hitit kültürüne kaynaklık eden kültürlerin önde geleni olan yerli Hatti uygarlığı’nın aydınlanmasında çok katkıları olan Alacahöyük Eski Tunç Çağı hanedan mezarları,  bu çağın en önemli buluntularıdır. İntramural mezarlar özel olarak ayrılmış bir alanda toplanmıştır. Dört yanı taşla örülmüş dikdörtgen mezarlar ahşap hatıllarla(kiriş) kapatılmış, damları üzerine kurban edilmiş sığır başları,  bacakları yerleştirilmiştir. Altın, gümüş, elektrum, bakır, tunç, demir ve değerli taşlardan oluşan zengin ölü hediyeleri onların hanedana ait olduklarını göstermektedir. Çoğu altın, gümüş kapların dövme, dökme, kakma teknikleri, altın mücevheratın ince süsleri uzun bir gelişmenin ürünleridir.

 

4. kültür katını oluşturan Geç Kalkolitik Çağ ana toprak üzerine kurulmuş ilk uygarlıktır.

 

Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

 
     
Alişar
    Kapat
 

Alişar Höyüğü / Yozgat

Yozgat’ın 45 km. güneydoğusunda, Sorgun ilçesi sınırları içerisinde bulunan “Alişar Höyüğü”  520 m. uzunluğunda, 950 m. genişliğinde bir üst görüntü vermektedir. Yapılan kazılarda 5000 sene öncesine ait eserler bulunmuştur.

Alişar’ın yerleşimi kalkolitik denilen ve ana toprak üzerinde kurulan bir köy kültürüdür. Küplere, taş ve ağaç sandıklara gömülmüş iskeletler, çanak çömlek, süslü mühürler, iyi işlenmiş taş ve kemikler, insan ve hayvan figürleri bulunmuştur.

 
     
Antiocheia Antik Kenti - Pisidia
    Kapat
 

Antiocheia Antik Kenti - Pisidia / Yalvaç Isparta

Antiocheia; Isparta iline bağlı Yalvaç ilçesinin yaklaşık 1 Km. kuzeyinde kurulmuş, Pisidia bölgesinin başkentidir. Seleukos soyundan Antiocheia tarafından (M.Ö. 281-261) yıllarında kurulmuştur. Kente kurucunun adına izafeten antiocheia adı verilmiştir.

Antiocheiayı oluşturan tarihi yapılardan surların tamamı 3000 metre civarındadır. Hellenistik Devirde inşa edilen ihtişamlı Surlar, Roma ve Bizans Çağında genişletilerek onarılmıştır. Kentin girişinin güvenliğini sağlayan Batı Kapısı(M.S. 212) zırh ve silah kabartmaları ile bezenmiştir. Bu kabartmalar antik kentin gücünü simgelemektedir. Kentin en yüksek kutsal alanına, İmparator Augustusun adına yapılan ihtişamlı Augustus Tapınağı, mimari tarzının inceliği ile tüm kutsal güçleri canlandırmaktadır. Propylon(Anıtsal Giriş, MS.1.yy.),Augustus Alanı ile Tiberius Alanının kesiştiği yerde konumlandırılmıştır. Tiberius Alanı(MS.15-40), Sütunlu Caddenin doğu bitiminde yer almaktadır. Galeride dükkanların yer aldığı bölümlerden bol miktarda cam, pişmiş toprak ve bronz malzeme ele geçirilmiştir. Kentin en önemli bölümlerinden olan Sütunlu Cadde(MS.1.yy), Tiberius Alanına kadar uzanmaktadır. Antik Tiyatro(MS.4.yy), kent merkezine yakın bir tepenin yamacına inşa edilmiştir. Tiyatro üç ana bölümden oluşmaktadır. Tiyatro, diğer antik tiyatroların sahip olmadığı 56 metre uzunluğunda, 8 metre genişliğinde bir tünele sahiptir.Tahminen 5.000 kişilik olan Tiyatro kabartma desenlerle bezenmiştir.

Kentin kuzey-batı köşesinde yer alan Roma Hamamı(MS.1-2.yy), diğer hamam mimarilerine uygun tarzda inşa edilmiştir. Hamamda, soğukluk, sıcak ve ılık kısımları, soyunma ve servis bölümleri, su testileri ve depolar yer alırlar.
Sultan Dağlarının eteklerinde ve Akropolün batısında yer alan Stadium, Hellenistik Dönemde inşa edilmiştir.

İnanç Turizminin en önemli değerlerinden, Antiochianın ilk ve en büyük kilisesi olan St. Paul Kilise bazilikal planlıdır. Kilisede yapılan araştırmalar, daha önce inşa edilmiş küçük boyutlardaki bir Kilisenin varlığını ortaya çıkarmıştır. Kilisenin taban mozaikleri ile sütunlu bir duvarın görünümü oldukça etkileyicidir. Bu küçük Kilisenin altında da yer alan ve Kiliseden daha küçük boyutta bir Sinagog tespit edilmiştir. Kilisenin içinde çok sayıda mezar ve iskelet kalıntılarına rastlanmıştır. Kilisenin tabanı özel dizaynlı mozaiklerle bezelidir.

Antik kentin simgesi olan Su Kemerleri, Roma Çağında inşa edilmiştir. Kentin kuzey yönü boyunca uzanan Su Kemerleri 10 km. uzunluktaki su yolu ile sağlanmıştır. Antik Kente şifalı suları taşıyan su kemerleri aradan geçen binlerce yılın yıkım ve harabiyetine meydan okurcasına dimdik ayaktadır.

 

 
     
Anzaf Kalesi
    Kapat
 

Anzaf Kalesi / Van
Van’ın 10km. kuzey doğusunda yer almaktadır. Aşağı ve yukarı kalelerden oluşmaktadır. Dikdörtgen planlı kalenin etrafını kyklopik yöntemle yapılmış surlar çevrelemektedir. Urartu Kralı İşpuimli tarafından yaptırılmıştır. Aşağı Kale: M.Ö.830-810 Yukarı Kale: M.Ö.810-786 tarihleri arasında yapılmıştır.

 
     
Apollon Smintheion Kutsal Alanı
    Kapat
 

Apollon Smintheion Kutsal Alanı

Smintheion kutsal alanı antik Troas bölgesinde, Çanakkale ili, Ayvacık ilçesi, Gülpınar beldesinde yer almaktadır. Kazılara 1866 yılında başlanmıştır. Apollon Smintheus Tapınağı, beldenin kuzey batısı ile kuzey doğusu arasında kalan vadinin başlangıç eteklerinde 'Bahçeleriçi' olarak adlandırılan mevkiide yer almaktadır.

İ.Ö. II. yüzyılın ikinci yarısında İon düzeninde inşa edilen tapınak, Troas bölgesinin önemli bir kutsal alanıdır. Tapınak'ta Hellenistik çağ Anadolu mimarlarından Hermogenes'in uyguladığı pseudo-dipteros (yalancı iki sıralı sütun) plan kullanılmıştır. Ön ve arka cephelerinde 8, uzun kenarlarında ise 14'er sütun dizisi yer almaktadır. Tapınağın ölçüleri; 23.20m. x 41.65m. dir. Alt yapısında üç farklı tür taş kullanılmıştır. Temel, yöreye özgü volkanik tüf taşından yapılmıştır. Üzeri çevrede çok görülen andezit-bazalt taşı ile kaplıdır. Bu blokların üzerinde de mermer kullanılmıştır.

Üç bölümden oluşan tapınağın, Anadolu Attik tipi bir kaide üzerinde yükselen 44 adet sütunundan her biri 7 tamburdan oluşmaktadır. Tapınağın frizlerinde ve kabartmalı sütun tamburlarında, İlyada destanındaki Troia savaşının görsel anlatımı, Akhilleus’un eğitim için Khiron’a getirilişi, Patroklos’un cesedinin savaş alanından alınışı, Patroklos’a ağıt yakılması, Akhilleus ile Hektor’un mücadelesi, Zeus’un karar vermesi, Akhilleus’un Hektor’un cesedini Troia surları etrafında sürükleyişi, Priamos ve ailesinin Hektor’un ölümünü izlemesi, Priamos’un Akhilleus’tan Hektor’un cesedini almaya gidişi, Andromakhe’nin Hektor için yas tutmasını anlatan frizleri; Apollon, Zeus, Leto, Artemis ve Musaları, Rahip Khryses’in Agamemnon’dan kızı Khryseis’i istemesi,  Apollon’un Akhalılara okları ile veba salgını göndermesi, Odysseus’un Khryseis’i getirmesi, Thetis’in Zeus’a yakarışını anlatan kabartmalı sütun tamburları ve Apollon’un 6 m. yüksekliğindeki kült heykelinin bacağı tapınağın yanındaki müzede sergilenmektedir. 

 
     
Arslantepe Höyüğü
    Kapat
 

Arslantepe Höyüğü / Malatya

 

Doğu Anadolu'nun en büyük höyüklerinden birisi olan Arslantepe, Malatya il merkezinin 6 Kilometre kuzeyinde, Ordüzü köyünün yakınlarında bulunmaktadır. Arslantepe'de ilk araştırmalar 1932 yılında başlatılmıştır ve günümüzde devam etmektedir.

Son Kalkolitik Çağ'dan Geç Hitit Döneminde kadar kesintisiz olarak yerleşim süren Arslantepe, bulunduğu ovadan yaklaşık 40 metre yükselmiştir. Höyüğün boyutları yaklaşık 200 x 120 metredir.

 

Kazılarda taş üzerine alçak kabartma ile dekore edilmiş avlu ve giriş kapısının iki yanında iki aslan heykeli ve karşısında devrilmiş bir kral heykeli ile Geç-Hitit Sarayı bulunmuştur. Bu eserler hala Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.

 

Arslantepe'deki kültür katmanları sırası ile;

    * Geç Hitit Dönemi

    * Son Tunç Çağı

    * Orta Tunç Çağı

    * İlk Tunç Çağı

    * İlk Tunç Çağı II. Evre

    * İlk Tunç Çağı I-B Evresi

    * İlk Tunç Çağı I-A Evresi

    * Son Kalkolitik Çağ şeklindedir.

 

Gerçekleştirilen kazılarda, Arslantepe, tarihi boyunca değişik zamanlarda değişik alanlarda bölgeyi kontrol etmiş büyük bir merkez olduğu ortaya çıkmıştır. Höyükte bulunan çok sayıda mühür, bölge ticaretinin Arslantepe'den yönetildiğini gösterir.

Arslantepe'nin en önemli özelliği, Anadolu'da kurulmuş ilk şehir devleti yapılanmasının görüldüğü yerleşim olmasıdır.  Arslantepe höyüğü, dünyanın en eski kral mezarı ve en eski kılıçları gibi çok sayıda tarihi objeye ev sahipliği yapmaktadır.

Höyükte M.Ö. 3300-3000 yıllarına ait bir kerpiç saray, M.Ö.3600 - 3500 yıllarına ait bir tapınak , binlece guzel mühür baskısı kaliteli metal eserler bulunmuştur.

Elde edilen veriler göstermektedir ki; o dönemde Aslantepe , aristokrasinin doğduğu ve ilk devlet şeklinin ortaya çıktığı resmi, dini ve kültürel bir merkezdir.

 
     
Assos (Behramkale)
    Kapat
 

Assos Antik Kenti  / Çanakkale
Günümüzde Behramkale- Behramköy adını taşıyan Assos Antik kenti sönmüş bir volkanın denize bakan yamacında yer almaktadır ve 238 m. yüksekliktedir. Assos’un ilk sakinlerinin kimler olduğu tam olarak bilinmemektedir. Kentin İlk Tunç Çağı’ndan beri iskan edildiği bilinmektedir. M.Ö. 2000 ‘li yıllardan günümüze kadar birçok değişiklik geçirerek yaşamını kesintisiz sürdüren bir yerleşim yeridir.

 M.Ö. 8. Yüzyılda Midilli Adasından gelen İonlar tarafından ele geçirilmiştir. Ünlü filozof Aristo M.Ö. 348 yılında ilk felsefe okulunun burada kurmuştur. Tepede M.Ö. 6. Yüzyılda kurulan ünlü Athena tapınağı kentin en değerli kalıntılarındandır. Kenti kuşatan surlar antik çağdan günümüze kadar çok iyi korunmuş örneklerdendir. Assos’un günümüze ulaşan kalıntılarından biri de liman olup, bu küçük limanın mendireği ve rıhtımı halen kullanılmaktadır

Assos’taki kalıntılar arasında Akropolisdeki Athena Tapınağı, Bizans surları, Hüdavendigar Cami, akropolisin eteklerinde Arkaik devirden günümüze kadar iyi korunmuş antik yol ve iki kenarındaki mezarlar, şehir sur duvarları, Gymnasion, Agora, Stoa, Bouleuterion, tiyatro ve kilise sayılabilir. Assos’un konutlarının yer aldığı bölümde henüz kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır.

Kentin batısındaki surlarda biri ana giriş olmak üzere 6 kapı bulunmaktadır. Assos surlarında kuleler genelde dört köşelidir. Assos’un bugün ayakta duran surlarının büyük kısmı M.Ö. 4. yüzyılda yapılmıştır.

Athena Tapınağı : Akropolün en yüksek düzlüğünde M.Ö.530 tarihlerinde inşa edilen Athena Tapınağı,  Assos’un en önemli eseridir. Yapı öncelikle Anadolu’daki ilk ve tek arkaik çağ Dor mimari örneğidir. Bunun yanı sıra Dor mimari üslubuna kabartmalı friz ve süsleme elemanları ile İon mimari öğelerinin katıldığı ilk örnektir.

 

Çanakkale Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Ayvacık Kaymakamlığı

http://www.assos.org

MTA Genel Müdürlüğü Yerbilimleri ve Kültür Serisi 1996 No:1

 
     
Ayaniş Kalesi
    Kapat
 

Ayaniş Kalesi / Van
Van Gölü’nün doğu kıyısında, Van’dan 35km uzaklıkta yer alan Ayanıs Kalesi 450 metre uzunluğunda ve 150 metre genişliğindedir. Günümüze iyi korunarak gelen sur duvarları andezit taş blokları ile örülmüştür.1989 yılında başlayan Ayanı Kalesi arkeolojik kazıları hala sürmektedir.

 
     
Aşıklı Höyük
    Kapat
 

 AŞIKLI HÖYÜK / Aksaray

Radyo-aktif karbon ölçümlerine göre günümüz­den 10000 yıl öncesine M.Ö. 8000 yılına tarihle­nen Aşıklı Höyük, yalnız Anadolu için değil bütün eski Ön Asya kültürleri için özgün ve örnek bir yer­dir. Aşıklı'da sergilenen, 10000 yıl öncesine ait bu kültürün, ne Anadolu'da ne de Yakın Doğu'da he­nüz bir benzeri bulunamamıştır.

Aşıklı Höyük Aksaray il merkezinden 25 km. gü­neydoğudadır. Arazi Miosen Dönem'de volkanik patlamalarla şekillenmiş tüflü, andezitli, riyolitli, bazaltı kayaç­Iardan oluşan yüksek bir platform şeklindedir. Do­ğal etkilerle andezit başlıklı tüflü kayaçların aşın­ması bölgenin özelliği olan “Peri Bacaları”nı oluş­turmuştur. Ayrıca tektonizmanın sonucu çevrede çok sayı­da "doğal cam - volkanik cam" adı verilen obsidi­yen yatakları meydana gelmiştir. Aşıklı'da yaşayan insanlar alet ve silahlarını yapmak için bu obsidi­yen kaynaklarından yararlanmış, bu hammaddeyi obsidiyen kaynakları olmayanlara satarak değiş-to­kuşa dayalı bir ticaretin başlamasına neden olmuş­lardır. Bugün iç Anadolu'nun bu bölgesi "Volkanik Kapadokya" ola­rak da anılmaktadır.  

Aşıklı Höyük'te yaşayan insan toplulukları, ilk kez buğday, arpa, mercimek, bezelye gibi bitkileri yetiştirmeye başlayan ilk çiftçiler olmuşlar, kendilerine özgü av teknikleri geliştirmişlerdir. Av hayvanları arasında yabani atın da saptanması, Anadolu'da atın yerel olarak Holosen dönemde varlığını göstermesi, son derece önemli bir keşif ol­muştur. 
   Kerpiç evlerin ta­banları altına gömülü ölülerin iskeletlerinden alı­nan örneklerin DNA analizleri, hayvan ve bitki ka­lıntılarının etütleri, Aşıklı'nın önemli bir biyolojik araştırma alanı olmasına yol açmaktadır.

   Aşıklı insanları, bakırı hem sıcakken, hem de so­ğukken işlemeyi keşfetmişlerdir. Bu da metal en­düstrisinin başlangıcı anlamına gelmektedir. Önce­den tasarlandığı anlaşılan yerleşme planıyla, ku­zeydoğudan güneydoğuya doğru uzanan çevre du­varıyla, kerpiç yapılarıyla, bir genç kadının kafata­sında saptanan beyin ameliyatıyla; gene bir başka kadının çenesinde rastlanan otopsi izleriyle, gerek mimarlık gerekse tıp tarihi açısından Aşıklı önemli bir niteliğe sahiptir.
(Aksaray Valiliği)

 
     
Beldibi Mağarası
    Kapat
 


Beldibi Mağarası / Antalya

Antalya-Kemer sahil yolunun yaklaşık 40 kilometresinde Çamdağ tünelinin hemen çıkışında yer alan bir kaya altı sığınağıdır. Oba köy mevkiindedir.

Deniz sahilinde 25 m. yükseklikte sığınak biçiminde bir mağaradır. Doğal tahribatla büyük ölçüde zarar gördüğünden içindeki dolgu tabakaları yağmur suları ve rüzgarla sürüklenerek akıp gitmiştir.

Tümü Mezolotik kültürleri içeren 6 tabaka tespit edilmiştir. Yapılan kazılarda Üst Paleolitik ve Mezolotik döneme ait çakmaktaşı aletler ele geçirilmiştir. Ayrıca kaya altı sığınağının duvarlarında, şematize insan, dağ keçisi ve geyik resimleri bulunmaktadır. Yerli ve yabancı turistlere devamlı açık olan bir arkeolojik sit alanıdır.

 
     
Boğazköy (Hattuşaş)
    Kapat
 

Hattusaş (Boğazkale, Boğazköy)
 

UNESCOnun Türkiyede belirlediği 9 Dünya Miras Alanı içinde yer alan Boğazköy (Hattuşaş) örenyeri, Çorum İli'nin 82 km. güneybatısındadır. Hitit devletinin eski çekirdek bölgesinin merkezinde bulunan Boğazköy (Hattuşaş)  kuzeye doğru açık olup kuzey kısmı dışında diğer kısımları surla çevrilidir.
Boğazköy (Hattuşaş) örenyerinde M.Ö. III. binden itibaren yerleşim görülmektedir. M.Ö. 19. ve 18. yüzyıllarda Aşağı Şehir'de Asur Ticaret Kolonileri Çağı yerleşmeleri görülmektedir ve şehrin adına ilk kez bu çağa ait yazılı belgelerde rastlanmıştır.

Hattuşaş'taki ilk gelişme dönemi büyük bir yangınla sona ermiştir. Belgelere göre hemen bu tahripten sonra yaklaşık M.Ö. 1700 yıllarında yeniden yerleşime açılan Hattuşaş 1600'lerde Hitit devletinin başkenti olmuştur; kurucusu  I. Hattuşili'dir.
Hattuşaş başkent olduktan sonra şehrin gelişmesinin en uç noktasında anıtsal bir yapılaşmayla karşılaşılmaktadır; 2 km. genişliğindeki şehir saray, tapınak ve mahalleleriyle M.Ö 13. yüzyıldaki haline kavuşmuştur. 
M.Ö. 1190 de ekonomik sıkıntılar ve iç karışıklıklar nedeniyle yıkılan Hitit devletinden sonra Boğazköy 4 yüzyıl boyunca terk edilmiştir. Daha sonra buraya Frigyalılar (M.Ö. 8. yy. ortaları) yerleşmiştir. Hellenistik ve Roma Döneminde (M.Ö. 3. - M.S. 3. yy.) Hattuşaş küçük surla çevrili bir beylik merkezi, Bizans Döneminde ise bir köy durumundadır.

Hattuşaş'ın "Yukarı Şehir" olarak bilinen kesimi 1 km² den daha büyük bir yüzölçüme sahip, eğimli bir arazidir. Bu alan M.Ö. 13. yüzyılda Geç İmparatorluk Çağında şehrin gelişmesine sahne olmuştur. Yukarı Şehir'in geniş bir bölümü yalnızca tapınak ve kutsal alanlardan oluşmaktadır. Yukarı Şehir geniş bir kavis halinde onu güneyden çeviren bir surla donatılmış olup, sur üzerinde 5 kapı mevcuttur. Şehir surunun en güney ucunda ve kentin en yüksek noktasında bastion ile sfenksli kapı yer almaktadır. Diğer dört kapıdan güney surunun doğu ve batı ucunda karşılıklı Kral Kapısı ve Aslanlı Kapı yer almaktadır.
Yukarı Şehir'de görülen yapılaşma üç evrelidir. Birinci evre ilk surların inşaatı ile çağdaştır. İkinci evre, surlarda görülen ilk tahribattan sonraki yeniden yapım ve tapınak kentinin son biçimini almış olması ile belli olan evredir. Son evrede ise mevcut yapılarda görülen tadilat ve tamiratlar dışında dinsel amaçlar dışında bir yeni yapılaşma başlamıştır. Yukarı Şehir'de "Mabedler Mahallesi" olarak bilinen alan sfenksli kapıdan; Nişantepe ve Sarıkale'ye kadar uzanır. Bu alanda çeşitli evrelere ait bir çok tapınak açığa çıkarılmıştır. Tapınak planlarının genel karakteri, bir orta avludan girilen ve birer dar ön mekân ile derin ana mekânlardan oluşan kült odaları grubunun yapıyı biçimlendirmesidir.
Tapınaklarda ele geçen malzemeler beş gruba ayrılmaktadır.
1- Seramikler,
2- Aletler,
3- Silahlar,
4- Kült objeleri,
5- Yazılı belgeler.
Yukarı Şehir'in girişinde, Hitit sonrası yapılaşmalar dikkat çekicidir ve bu M.Ö. 7-6. yüzyıla tarihlenen Frig yerleşmesidir. Kuzey ve güney binası dışında önemli bir yapı da, büyük bir yangınla tahrip olmuş Batı Binası ve Saray Arşividir.  Bu binanın iki bodrum katında yaklaşık 3300 adet bulla ve 30 çivi yazılı tablet bulunmuştur. Bullaların 2/3'ü büyük kral mühürleri taşımakta ve kronolojik listeye göre I. Şuppiluliuma'dan Hattuşaş'ın son kralı ve onun torunu II. Şuppiluliuma'ya kadar kralları temsil etmektedir. Kral mühürleri yanında kraliçe mühürleri de açığa çıkarılmıştır.
Güneykale'deki yapılaşma ise II. Şuppiluliuma tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu alanda geniş bir gölet ile Oda 1 ve 2 olarak adlandırılan ve ayakta duran iki yapıdan oluşan  üç yapı mevcuttur. Oda 2, göletin kuzey köşesinin batısında yer alır. Oda 1'de ise in situ olarak az kalıntı ele geçmiştir. Oda 2'nin duvarlarının üçü de kabartmalarla bezelidir.

UNESCOnun
Türkiyedeki Dünya Miras Alanları listesi
TC.Kültür ve Turizm Bakanlığı

 
     
Canhasan Höyüğü
    Kapat
 

Canhasan Höyüğü / Karaman
Karaman’ın 13 km. kuzeydoğusunda, Canhasan (Alaçatı) Köyünün doğu kenarında yer almaktadır. Burada birbirine yakın üç höyük bulunmaktadır. Bunlardan Canhasan I ve III tarihöncesi çağ höyükleridir. Canhasan II ise geç döneme tarihlenir.
Canhasan I de 1961-67 yılları arasında yapılan kazılarda 8 tabaka saptanmıştır. En üstteki 1. tabaka Son Kalkolitik Döneme tarihlendirilmiştir. Bunun altındaki 2. tabakanın 2 A evresi Orta Kalkolitik Döneme tarihlenmiştir ve 5 alt evreye ayrılmaktadır. 2 B evresi ise 3 alt evresiyle Erken Kalkolitik Dönem yerleşmesi olarak tespit edilmiştir. 3. Tabaka Kalkolitik Çag yerleşmesinin en eskisidir. 4-7 tabakaların Son Neolitik Çag yerleşmesi olduğu tespit edilmiştir.
Küçük bir alanda ortaya çıkartılan Son Neolitik Çağa ait evler yenileme evrelerine sahiptir. Dikdörtgen planlı, kerpiç duvarlı yapılarda ahşap kullanımına dair izlere rastlanmıştır. Duvarlar ve tabanlar sıvalıdır, bazılarında kırmızı aşı boyası ile yapılmış boya izlerine rastlanmıştır.
4-7 tabakaların çanak çömleği, kahverengi, siyah ve koyu kırmızı renkli, gayet iyi perdahlıdır. Biçim olarak dar ağızlı kaplar, dışa dönük dudaklı kaseler en yaygın görülenlerdir. Kilden hayvan figürinleri ele geçmiştir. Yontma taş endüstrisi obsidiyen-dendir. 5. tabakada ezgi taşlari, havanlar, iki adet mavi boncuk, 6. tabakada kireç taşindan bir taş kap bulunmuştur.
Kemik ve boynuzdan yapılmış bız ve uç gibi aletler çok sayıda bulunmuştur. İyi korunmuş çok miktarda karbonize tohum ile köpekgillere ait iki iskelet, keçi kafatasları ve boynuzları, 5. Tabakada bir bebek iskeleti ele geçmiştir.

Canhasan III Karaman’ın 13 km. kuzeydoğusunda yer alan Canhasan (Alaçatı) Köyünde, Canhasan I Höyüğünün 750m. kuzeybatısındadır. Canhasan III yerleşmesi, yaklaşık 100m. çapında ve 6m. yüksekliğindedir.
1969-1970 yıllarında yapılan kazılarda kesintisiz 7 yapı katı tespit edilmiş, çanak çömleksiz Neolitik Döneme tarihlendirilmiştir. (M. Ö. 6500).
Canhasan III’te Neolitik Çağ yerleşmesine ait yapılarda kerpiç ve tuğla kullanımının yanısıra, genellikle Pise tekniği uygulanmıştır. Dikdörgen planlı konutlarda taş temel yoktur. Duvarlar ve tabanlar kil sıva ile kaplanmış, bazan bu sıvalar kırmızı aşı boyası ile boyanmış, bazan da sert zemin üzerine çakıl taşlarının kuvvetle bastırılması ile dekore edilmiştir. Farklı yapı katlarında yenilemeler yapılar genellikle üst üste gelecek şekilde yapılmıştır. Merkezi avlular etrafında gelişmiş olduğu düşünülen bitişik düzendeki yapılar ile avlular arasında geçitler yer almaktadır. Genellikle iki odalı yapıların bazılarında kapı geçitlerine rastlanmıştır. İç yapı ögeleri olarak bazı evlerde sekiler, ocaklar ve bazıları duvar içerisine gömülü olarak yapılmış fırınlar görülmüştür.
Yontma taş endüstrisinde obsidiyen ağırlıklıdır. Düzeltili uçlar, uç kazıyıcılar, yonga kazıyıcılar, sarp düzeltili dilgiler, deliciler, geometrik yarımaylar ve yumuklara rastlanmıştır. Çakmaktaşından yapılmış aletler sayıca daha azdır, özellikle orak-bıçakların yapımında kullanılmıştır. Cilalı taş baltalar, cilalı gerdançeler ve boncuklar diğer taş buluntulardır.
TC.Kültür ve Turizm Bakanlığı

 
     
Çatalhöyük
    Kapat
 

Çatalhöyük, Konya'nın Çumra İlçesi sınırlarında olup, ilçenin 10 km. doğusunda yer almaktadır. Höyük, farklı yükseklikte iki tepe düzü olan bir tepe şeklindedir. Bu iki yükseltisi nedeniyle çatal sıfatını almıştır.
Çatalhöyük 1958 yılında J. Mellaart tarafından keşfedilmiş, 1961-1963 ve 1965 yıllarında kazısı yapılmıştır. Yüksek tepenin batı yamacında yapılan araştırmalar neticesinde, 13 yapı katı açığa çıkarılmıştır. En erken yerleşim katı  M.Ö. 5500 yıllarına tarihlenmektedir. Stil kritiği yolu ile yapılan bu tarihleme, C 14 metodu ile de doğrulanmış bulunmaktadır.
İlk yerleşme, ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapılara ait özgün buluntuları ile insanlık tarihine ışık tutan bir merkezdir.

Çatalhöyük'teki yerleşimin, yani şehirciliğin en iyi bilinen dönemi 7. ve 11. katlardadır. Dörtgen duvarlı evlerin duvarları birbirine bitişiktir. Ortak duvar yoktur, her evin kendi müstakil duvarı vardır. Evler ayrı ayrı planlanmış ve ihtiyaç duyulunca yanına başka bir ev yapılmıştır. Evlerin bitişik duvarları nedeniyle şehirde sokaklar mevcut değildir. Ulaşım düz damlar üzerinden olmaktadır.
Şehri sınırlayan ve koruyan sur duvarları niteliğinde herhangi bir buluntuya rastlanmamıştır. Bina yapımında kullanılan malzeme kerpiç, ağaç ve kamıştır. Evlerin temel derinlikleri azdır. Duvarlar arasında ağaç dikmeler vardır. Bu dikmeler üzerine gelen kirişler düz tavanı taşımaktadır. Tavan üst örtüsü kamış üzerine sıkıştırılmış kil topraktır.
Evler tek katlı olup, eve giriş damda açılan bir delikten merdivenle olmaktadır. Her ev bir oda ve bir depodan oluşur. Odaların içinde dörtgen ocaklar, duvarların ön kısımlarında taban döşemesinden yüksekliği 10-30 cm. arasında değişen sekiler ve duvar içinde dörtgen nişler bulunmaktadır.
Duvarlar sıvalıdır, sıva üzeri beyaza boyandıktan sonra sarı, kırmızı ve siyah tonlarda resimler yapılmıştır. Kutsal odalar diğer odalara nazaran daha büyüktür. Bu evlerin içindeki duvar resimleri yanında ise orijinal boğa başı, koç başı ve geyik başlarının sıkıştırılmış kil ile konserve edilmiş trofeleri duvarlara aplike edilmiştir. Bunların yanında rölyef halinde insan figürleri ile hayvan figürleri de görünmektedir. Çatalhöyük'te duvar resimleri en erken 10. en geç 11. tabakada bulunmuştur. En güzel ve gelişmişleri ise 7. ve 5. tabakalara aittir. Bu resimler paleolitik insanın mağara duvarlarına yaptığı resimlerin bir gelenek olarak devamıdır. İnanç olarak avın bereketi için yapılan resimlerdir. Geç döneme doğru duvar resimlerinde ev sahnelerinin azaldığı ve kuş motifleri ile geometrik desenlerin ortaya çıktığı görülür.

Duvarlara resmedilmiş olan akbabalar tarafından parçalanan başsız insan figürlerinin ölü gömme adetleri ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Akbabalar tarafından et kısmı yenerek temizlenen kemikler toparlanarak hasırlardan yapılmış bir örtüye sarılır ve ev içindeki şekillerin altına gömülürdü. Şekiller altında yapılan araştırmalarda çok sayıda iskelet ortaya çıkarılmıştır. Ölü hediyesi olarak kemikten yapılmış aletler, renkli taşlar, kesici aletlerden taştan baltalar, deniz kabuğundan yapılmış boncuklar konmuştur.
Çatalhöyük kazısında ele geçen heykelcikler bize ana tanrıça kültürünün (tapınma) başlangıcı ve zamanın inançları hakkında özgün bilgiler vermektedir. Pişmiş toprak ve taştan yapılmış bu heykelcikler 5 ila 15 cm. arasında değişen büyüklüktedir. Şişman, iri göğüslü, büyük kalçalı ve zaman zaman doğum yapar vaziyette tasvir edilmişlerdir. Bu özellikleri bolluk ve bereketi temsil etmeleri nedeniyledir.
Çatalhöyük'te ele geçen alet ve malzemelerin hemen hepsi taş, pişmiş toprak, baltalar, sığ tabaklar, yüksek kabartma bereket tanrıçası motifleri ile süs eşyası olarak kullanılan bilezik ve kolyelerdir.
Pişmiş topraktan iri taneli hamura sahip, çarksız siyah ve kiremit renkli kaplar ve çanaklar bulunmuştur. Ayrıca ana tanrıça ve mukaddes hayvan figürü de pişmiş topraktan yapılmıştır. Kemikten yapılmış kesici ve delici aletler ile obsidyenden yapılmış mızrak ve ok uçları Çatalhöyük'te kullanılan en önemli malzemelerdir.

Çatalhöyük'te 1996 yılına kadar kazı yapılmamış; bu yıldan itibaren İngiliz Arkeoloji Enstitüsü tarafından Ian Hodder başkanlığında kazılara devam edilmiştir. Kazı buluntuları Konya Arkeoloji Müzesi'ndedir. Bunların bir kısmı teşhir edilmiş, diğerleri ise depolarda koruma altına alınmış durumdadır. 

 
     
Çavuştepe
    Kapat
 

Çavuştepe / Van
Van’a 25km. mesafede Urartu yerleşim bölgesidir. Urartu Krallığının çok şaşalı döneminde kral II.Sarduri tarafında M.Ö.764-735 tarihlerinde yaptırılmıştır. Aşağı ve yukarı kale olarak iki bölümden meydana gelen yapı içerisinde Haldi tapınağı ile bir açık hava tapınağı bulunmaktadır.
Bu kalenin diğer Urartu kalelerinden farkı ve özelliği; bir kalede iki tapınağın bırden tanrılara ithafen yapılmış olmasıdır. Aşağı ve yukarı kaleyi tam ortada bir cümle kapısı birleştirir.

 
     
Dardanos Tümülüsü
    Kapat
 

Dardanos Tümülüsü (M.Ö.6-2.yy.) / Çanakkale
Çanakkale'nin 11 km güney batısında bir sırt üzerinde kurulu olduğu bilinen antik Dardanos şehrinin kuzeyindeki bir tepededir. Tepenin 1959 yılında kazılmasıyla mezara girilmiştir. Mezar anıtı koridor, ön oda, esas mezar odasından ibarettir.
Mezar bir aile mezarıdır, bunun Klasik, Hellenistik ve Roma dönemlerinde kullanıldığı, buluntulardan anlaşılmaktadır. Buluntular arasında yazılı bronz kremasyon kapları, takılar, gemmalar, altın yüzükler, çelenk ve diademler, kandiller, tekstil parçaları, sandaletler, ahşap eşyalar ve kline parçaları bulunmaktadır.
Dünya arkeoloji literatürüne Dardanos Aphrodite'si olarak girmiş olan dönem Knidos Aphrodite'sinin bir taşra kopyası olan pişmiş toprak Aphrodite heykelciği orijinaline en çok benzeyen kopyalardan biridir. Ayrıca Aphrodite'nin dışında benzerleri Myrina'da bulunmuş olan M.Ö. 2. yüzyıl Eros figürinlerinden oluşan bir grup da bu tümülüsün buluntuları arasındadır.
Ç
anakkale Valiliği

 
     
Darphane
    Kapat
 

Darphane

Kaynaklarda Melik Mahmud Gazi Hangahı, halk arasında ise Darphane ismiyle tanınır.

Yapının kitabesi yoktur. Tarihi kaynaklarla, çinilerine dayanarak tarihleme yapan sanat tarihçilere göre XIII. Yüzyılda yapılmıştır. Bazı eserlerde ise, yine çini süslemelerine bakılarak XV. Yüzyıla tarihlenmektedir.

Esere adını veren Melik Mahmud Gazi, Danişmendli hükümdarlarından Nizameddin Yağıbasan’ın oğludur. Asıl adı Muzafferiddin Melik Mahmud Gazi’ dir.

Yapı kesme taş kaplı, moloz taş ve tuğla karışımı bir malzemeyle bina edilmiştir. Bugünkü haliyle, ortadaki üzeri kubbe örtülü ana mekanın etrafına yerleştirilmiş, giriş eyvanı da dahil üç eyvan ile, güneydoğu köşesine yerleştirilen bir oda ve batı yönündeki iki odadan meydana gelen bir kuruluşa sahiptir. Kuzey cephesinde yer alan girişin üzeri iki, diğer bölümleri tek katlıdır. Çini süslemeleri zamanla yapının tahribi ile yok olmuştur.

Söz konusu yapının planı daha çok “Zaviyeli Camiler’e” benzer. (Aksaray Valiliği)

 

 
     
Dülük
    Kapat
 

Dülük (Doliche) Mağarası / Gaziantep
Dülük, Gaziantep ilinin 10 km kuzeyinde, Antik dönemde ise ticaret yollarının kesiştiği kavşak noktasında yer almaktadır. Asurlular döneminde Mezopotamya’dan Kilikya’ya uzanan yolun; Helenistik ve Roma döneminde ise, Antakya ve Kilikya’dan Zeugma’ya uzanan ipek yolunun güzergahında bulunmaktaydı.

Dülük’te Keber tepesinde yapılan bilimsel kazılarda Alt Paleotik döneme ait çakmaktaşı aletler ve bu aletlerin yapıldığı atölyeler bulunmuştur. Bu taş aletler özgün bir karakter kazandığından literatürde “Dülükien” olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde barınma için kullanılan bir mağara (Şarklı Keper Mağarası) da ele geçmiştir. Bu kalıntılara dayanılarak Dülük M.Ö. 600.000 yıllarına tarihlenmekte olup, dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olarak gösterilmektedir.

Gaziantep İl Kültür ve Turizm Md.lüğü

 

 

 
     
Efes Artemis Tapınağı
    Kapat
 

Efes Artemis Tapınağı
İzmir Selçuk'ta Efes (Ephesos) antik kentinin dünyanın 7 harikasından sayılan ünlü tapınağıdır. Astemision olarak da bilinir. Önce M.Ö. 560-550 yıllarında Lydia Kralı Kroisos tarafından İon düzeninde yaptırılmıştır.
M.Ö. 356' da yanması üzerine aynı büyüklükte ancak 3 m. yüksek olarak yeniden inşa edilmiştir.
55.10 x 115 m. boyutlarında, mermer heykelleriyle de ünlü tapınak, Hellenistik dönem tapınaklarının en büyüğüdür. 262'de Gotlar tarafından yıkıldıktan sonra onarılmamış. Bristish Museum adına 1869-1874'te J.T. Wood ve 1904-1905'te David G. Hogart'ın yaptığı kazılarda, bulunan tapınak kalıntıları, İngiltere'ye götürülmüştür.

 
     
Elmalı – Semahöyük Tümülüsü
    Kapat
 

Elmalı – Semahöyük Tümülüsü /  Antalya

Antalya İlinin Karain ve Beldibi gibi Prehistorik merkezlerinden sonra gelen, eski yerleşme merkezidir. 1963 yılından bu yana sürdürülen kazılarda, M.Ö. 3000 ortalarından 2000 yılın başlarına tarihlenen Erken Bronz Çağı bir yerleşmenin varlığı belirlenmiştir.
Hendeklerle çevrili dörtgen şeklinde bir saray ile çevresinde ev kalıntıları ve bunların batısında bugün Antalya Müzesi'nde sergilenen Küp Mezarlar (Pithos) ortaya çıkarılmıştır. Kazılarda çıkarılan diğer arkeolojik buluntular pithoslar, seramikler, bronz iğneler, aynalar, ağırşaklar, mühürler, genç kızlara ait bilezikler, gaga ağızlı testiler, kolyeler, mızrak uçları bugün Antalya Müzesi'nin en ilgi çeken eserlerini oluşturmaktadır.

 
     
Eskiyapar
    Kapat
 

Eskiyapar Örenyeri / Çorum
Alaca İlçesi'nin 5 km. batısında, yer almaktadır.
Eskiyapar'da kazı çalışmaları sonucunda höyükte kesintisiz bir iskânın varlığı tesbit edilmiş ve Eski Tunç, Hitit, Frig, Roma ve iki safhalı Hellenistik dönem yerleşmelerine rastlanılmıştır.
Höyüğün kuzeydoğu ve batı kesimlerinde Hitit İmparatorluk Çağı şehir surunun temelleri bulunmuştur. Dikdörtgen planlı, avluları taş döşeli bu binalar Boğazköy ve Alacahöyük'tekilerden farksız olarak, Hitit üslubuna uygun olarak inşa edilmiştir. Höyüğün güneydoğu kesiminde Eski Hitit Döneminden kalma mahallesinin yanmış evlerinden çok sayıda pişmiş toprak eserler çıkarılmıştır. Yine bu alanlarda bulunan kabartmalı kült vazoları burasının dini bir merkez olduğu görüşünü kuvvetlendirmiştir.
Höyükte Hitit tabakaları altında yer alan Eski Tunç Çağı tabakalarında yapılan çalışmalarda, bir evin tabanı altında altın ve gümüş objelerden oluşan bir defineye rastlanmıştır. Gümüş vazolar, Suriye şişesi, gümüş merasim baltası, değişik tiplerde altın iğne, boncuk, küpe ve bileziklerden oluşan define, bir taraftan Alacahöyük, Kültepe, diğer taraftan Troya, Poliochni ve Kuzey Suriye-Mezopotamya buluntularıyla benzerlik göstermektedir. Bu buluntular halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.
TC.Kültür ve turizm Bakanlığı

 
     
Gevaş
    Kapat
 

Gevaş / Van

Van il merkezinin 37 km. güneyinde, Van-Tatvan karayolu üzerinde yer alır. Urartular döneminden beri iskana sahne olan Gevaş’ta M.S.14.yüzyıla ait Selçuklu mezarlığı özellikle dikkat çekicidir. Urartularca kurulmuş ve sonradan Selçuklular tarafından da kullanılmış olan kalenin güneyinde yer alan Halime Hatun Kümbeti ve 400’den fazla mezar içeren mezarlık, Selçuklu taş sanatının kendine özgü yapısını, süsleme ve hat sanatının en güzel örneklerini gözler önüne sermektedir.

 
     
Göbekli Tepe
    Kapat
 

Göbekli Tepe
Göbeklitepe, M.Ö. 10.000 yani günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen “Dünyanın En Eski Arkeolojik Tapınağı”’dır. 80 dönümlük alana sahip olan ören yeri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 2005 yılında 1. Derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiştir. İnsanoğlu ilk kez, Neolitik dönemde avcılık ve toplayıcılık ile birlikte tarıma da yönelmiştir. Yabani şekilde yetişen buğday, arpa, mercimek türü ürünleri deneme yanılma yoluyla ekmeye başlamış, zamanla en iyi ürünü bulmuştur.  Yine bu dönemde hayvanların evcilleştirilmesi gerçekleşmiş, ilk dini ve sivil mimari örnekleri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Şanlıurfa İl Merkezi’nin 17 km doğusunda Örencik (Karaharabe) Köyü’nün 3 km kuzeydoğusunda yer alan Göbeklitepe, adını bölgede bulunan taş yatır mezardan (ziyaretten) almaktadır. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin işbirliği ile hazırlanan “Güneydoğu Anadolu Bölgesi Araştırma Projesi” çerçevesinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında, İstanbul Üniversitesinden Prehistorya Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halet ÇAMBEL ve Chicago Üniversitesinden Prof. Dr. Robert BRAIDWOOD tarafından keşfedilmiştir.

1995 yılında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Harald HAUPTMANN’ın danışmanlığında yüzey araştırmaları yapılmış ve 1996 yılından 2006 yılına kadar Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Klaus Schmidt danışmanlığında kazı çalışmaları sürdürülmüştür.
Göbeklitepe’deki kazı çalışmaları 2007 yılından itibaren Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Arkeoloji Enstitüsünden Arkeolog Klaus Schmidt tarafından yürütülmektedir.

Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ilginç buluntular arasında çöl varanı, sürüngen kabartmaları, ağzı açık ve dişleri korkunç bir şekilde betimlenen kurt kafaları, yaban domuzları, turna, leylek, tilki, ceylan, yabani eşek, yılan, akrep, yabani koyun, aslan örümcek ve kafası olmayan insan kabartması, erkeklik organı abartılı olarak tasvir edilmiş erkek heykelleri vb. ortaya çıkan bulgular 12.000 yıl önce yerleşik hayata geçen bu dönem insanının inançlarını yansıtan önemli bulguları oluşturmaktadır.

Mimarlık tarihi, insanoğlunun avcı ve toplayıcı toplumdan yerleşik topluma geçmesi ile başlar.Göbeklitepe’de bulunan 12.000 yıllık yapılar, mimarlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. İnsanoğlunun tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağı, M.Ö. 5.000 yılına tarihlenen Malta Adası’ndaki tapınak olarak biliniyordu. Göbeklitepe yerleşiminin tespiti ile bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen “Göbeklitepe Tapınağı” olduğu bilimsel verilerle kanıtlanmıştır. Bu tespit ile birlikte arkeoloji tarihi yeniden yazılmaya başlanmıştır.

Dünyada kabul gören arkeolojik görüşe göre insanoğlunu avcı ve toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörler; açlık korkusu ve korunma iç güdüsüdür. Ancak Göbeklitepe bu tabuyu yıkmıştır. Zira yapıldığı dönem göz önüne alındığında; yerleşik yaşama geçişte dinsel inanışların da etkinsin olabileceğini ispatlamıştır.

 
     
Göndürle Höyük
    Kapat
 

Göndürle Höyük (Harmanören) İsparta

Göndürle 1 Höyük Mezarlığı:

İsparta ili Atabey ilçesi, Harmanören (Göndürle) köyü yakınındaki Göndürle I Höyük Mezarlığı, l989 yılından beri süren kazılarda açığa çıkarılan İlk Tunç Çağ  mezarlığıdır. 
Mezarlık alanındaki esas ölü gömme yöntemi küp mezarlar olup İlk Tunç Çağ II ile Orta Tunç Çağ başı arasında  (MÖ  2700/2600 – 1900/1800)  gömü yapılmıştır. Genellikle doğuya dönük yatırılan küplerin içine, ölen kişiler hoker tarzında bacaklar karına çekik ve bir yana doğru yatırılmışlardır. Küpün ağzı kapaktaşı ya da küçük derin bir çömlekle kapatılarak etrafı moloz taşlarla desteklenmiştir. Ölünün yanına mezar hediyesi olarak; kadın ise bronz yüzük, küpe,bilezik,ağırşak, gaga ağızlı testi vb. kap kacak, erkek ise taş balta, obsidyen  (Doğal Cam) kesici, bronz spatula vb metal objelerle gaga ağızlı testiler konulmaktadır.
Söz konusu bu mezarlık alanı Erken Tunç Çağ kültürüne ışık tutmaktadır. 

 
     
Gordion
    Kapat
 

ANTİK GORDİON YERLEŞİMİ

 

Frigya Krallığı’nın başkenti, ünlü Gordion şehrinin kalıntıları; Ankara-Eskişehir karayolunun yakınında, Ankara’dan 90 km. uzaklıktadır.

Kazılar süresince buradan çıkan ve çeşitli yayınlarda tanıtılan buluntular; bu yerleşimin tarihini Erken Tunç Çağı’na (M.Ö. 3000) kadar götürür.

Gordion, M.Ö. 7. yüzyılın başlarında Kimmerler tahrip edilmesine rağmen en parlak dönemlerini M.Ö. 750-700 tarihleri arasında yaşamıştır. Birçok buluntular ve yerleşimdeki tümülüsler 6. yüzyılın sonuna kadar devam eden bu işgali göz önüne serer. Yine de Gordion, Büyük İskender’in burayı yeniden onarıp, bağımsızlığının kendilerine geri verilmesine kadar (M.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısı) Persler tarafından yönetilmiştir.

Kral Gordios tarafından bağlanan meşhur düğüm, Büyük İskender tarafından M.Ö. 333 yılında kışı geçirdiği Gordion’da kesilmiştir.

Gordion’da Helenistik dönem, Büyük İskender’in burayı fethinden sonra (M.Ö. 300-100) başlamıştır. Sonra Roma Dönemi (M.Ö. 1 yüzyıl – M.S. 4. yüzyıl) daha sonra Selçuklu (M.S. 11.-13. yüzyıl) dönemi başlamıştır. Bütün bu olaylar Gordion’da 4000 yılı aşkın gibi kısa sürede olmuştur.

 

GORDİON (Frig) TÜMÜLÜSLERİ

Gordion çevresi geniş bir alan üzerinde M.Ö.8. asrın son çeyreği ile, M.Ö. 6. asrın ortalarına kadar uzanan bir zaman dilimine tarihlenen çeşitli ölçülerdeki tümülüslerle kaplıdır. Tümülüsler Frig soyluları ve ileri gelen kişilerin mezarlarıdır. Bu tümülüslerden "Midas Tümülüsü" olarak tanınanı  300 m. lik çapı, 55 m.lik yüksektedir.

TC Kültür Bakanlığı

 
     
Gordion tümülüsleri
    Kapat
 

ANTİK GORDİON YERLEŞİMİ

 

Frigya Krallığı’nın başkenti, ünlü Gordion şehrinin kalıntıları; Ankara-Eskişehir karayolunun yakınında, Ankara’dan 90 km. uzaklıktadır.

Kazılar süresince buradan çıkan ve çeşitli yayınlarda tanıtılan buluntular; bu yerleşimin tarihini Erken Tunç Çağı’na (M.Ö. 3000) kadar götürür.

Gordion, M.Ö. 7. yüzyılın başlarında Kimmerler tahrip edilmesine rağmen en parlak dönemlerini M.Ö. 750-700 tarihleri arasında yaşamıştır. Birçok buluntular ve yerleşimdeki tümülüsler 6. yüzyılın sonuna kadar devam eden bu işgali göz önüne serer. Yine de Gordion, Büyük İskender’in burayı yeniden onarıp, bağımsızlığının kendilerine geri verilmesine kadar (M.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısı) Persler tarafından yönetilmiştir.

Kral Gordios tarafından bağlanan meşhur düğüm, Büyük İskender tarafından M.Ö. 333 yılında kışı geçirdiği Gordion’da kesilmiştir.

Gordion’da Helenistik dönem, Büyük İskender’in burayı fethinden sonra (M.Ö. 300-100) başlamıştır. Sonra Roma Dönemi (M.Ö. 1 yüzyıl – M.S. 4. yüzyıl) daha sonra Selçuklu (M.S. 11.-13. yüzyıl) dönemi başlamıştır. Bütün bu olaylar Gordion’da 4000 yılı aşkın gibi kısa sürede olmuştur.

 

GORDİON (Frig) TÜMÜLÜSLERİ

Gordion çevresi geniş bir alan üzerinde M.Ö.8. asrın son çeyreği ile, M.Ö. 6. asrın orAtalarına kadar uzanan bir zaman dilimine tarihlenen çeşitli ölçülerdeki tümülüslerle kaplıdır. Tümülüsler Frig soyluları ve ileri gelen kişilerin mezarlarıdır. Bu tümülüslerden "Midas Tümülüsü" olarak tanınanı  300 m. lik çapı, 55 m.lik yüksektedir.
TC Kültür Bakanlığı

 
     
Göztepe Tümülüsü
    Kapat
 

Göztepe Hüyüğü / Konya Ereğli

Ereğli ilçe merkezinin güneyinde Göztepe mevkiinde bulunan hüyük, hellenistik dönem kalıntısıdır. 197 yılında yapılan kazılarda bulunan eserler Ereğli müzesinde serglenmektedir.

 

 

 

 
     
Gırnavaz Höyük
    Kapat
 

Gırnavaz Höyük / Mardin

Nusaybin'in 4 km. kuzeyinde, Habur Nehri kollarından biri olan Çağçağ Deresinin doğusunda, takriben 300m. Çapında ve 24 m. yüksekliğinde höyük karakterinde bir yerleşim yeridir.

Arkeolojik bir merkez olarak ilk kez 1918 yılında bilim dünyasına tanıtılan Girnavaz daha sonraki yıllarda çeşitli araştırmalara konu teşkil etmiştir. 1991 yılına kadar yürütülen çalışmalarda Girnavaz'ın MÖ. 4000'den MÖ.7.yüzyıla kadar sürekli olarak iskân edildiği anlaşılmıştır.

Höyük üzerinde ayrıca İslami dönemlere zarlık bulunmaktadır.

Kazılar sonucu bulunan mezarlarda şahsi eşya olarak metal silahlar, metal süs eşyaları, vazolar, kandiller, mühürler vs bulunmuştur.

Aynı mezarlar içinde ayrıca kült, tablet gibi paha biçilmez kalıntılara da rastlanmıştır.

Çivi yazılı belgelerden bir tanesi tarihi coğrafya açısından büyük önem taşır. Bu belgede Gimavaz Nabula eski adıyla ifade edilmektedir. Yerleşimin ulaşılabilen kültür tabakasını M.Ö.4000 sonlarına tarihlenen genç Uruk devri oluşturmaktadır. Bu kültür tabakasının üzerinde yer alan MÖ.3000 ortalarında yerleştirildiği sanılan Er Hanedanlar devri mimari tabakaları daha çok ölü gömme adetleri açısından araştırılmış ve değerlendirilmiştir.

Er Hanedanlar devrinden sonra Girnavaz, M.Ö.2000 başlarına tarihlenen Eski Asur. MÖ.2000 ortalarına tarihlenen Hurri-Mittani ve M.Ö.2000 sonlarına tarihlenen Orta Asur devirlerlerinde de yoğun bir şekilde iskân görmüştür.

Mardin Valiliği

 
     
Hacılar
    Kapat
 

Hacılar Höyüğü

Burdur’un 25 kilometre güney batısındadır. Hacılar sadece bu bölge için değil aynı zamanda tüm Anadolu tarihöncesi bilimi için de önemli bir yerleşim yeridir.

Hacılar'da 1957’den 1960’a kadar yapılan kazılar, Anadolu’nun geçmişinin bilinmeyen dönemlerini aydınlatmıştır; burada keşfedilen kültürün o döneme ait diğer kültürlerden üstün bir yaratıcı özelliğinin olduğu görülmüştür
.

Hacılar’da dokuz yerleşim katmanı saptanmıştır ve karbon 14 testlerine göre bunların hepsi M.Ö. 5600 ve 4750 arasındaki döneme uyar.

Buna ek olarak, bunların altında M.Ö. 7000 yıllarını işaret eden A-seramik Neolitik kültüre ait kalıntılar ortaya çıkartılmıştır.

Hacılar’dan çıkartılan en ayırt edici kalıntı fırınlanmış kilden yapılmış kadın figürleri serisidir. Oturan, uzanan ve çocuk taşıyan kadın figürleri gibi farklı bu figürlerin hepsinde dolgun göğüsler vardır ve cinsel organları açıkça betimlenmiştir. Bu figürler, Anadolu kadınının doğurganlığını ve bereketini sembolize eden Ana Tanrıça ile özdeşleştirilebilir.

Kayhan Dörtlük, “Antique Cities Guide - Antalya” (Antik Şehirler Rehberi – Antalya)

 
     
Herakleia
    Kapat
 

Herakleia Salbake / Denizli - Tavas
Kent, Denizli İli, Tavas İlçesinin 10 km. kuzey batısındadır. Herakleia Salbake, antik coğrafyada belirtilen Caria ile Phrygia bölgelerini ayıran Babadağ (Salbake) Sıradağlarının güneyinde bugünkü Tavas Ovasına bakan eteklerinde yer almaktadır. Caria kenti olarak bilinir.
Herakleia ile Aphrodisias'ı küçük Tmelos'a (Kırkpınar) Çayı doğal sınır olarak ayırmaktadır. Her iki kentin de nehir tanrısı Tmelos'tur. Herakleia; batısında Aphrodisias, güneyinde Apollonia ve Tabai, güneydoğusunda Sebastopolis ve Kidrama ile yakın ve çağdaş kentler durumundadır.
Önemli yapıları; şehri çevreleyen Roma Dönemi suru ve stadyumdur.
Stadyum
Antik kenti çevreleyen sur ile bugünkü Vakıf Köyünün arasındadır. Doğu-Batı yönünde olan stadyuma ait, yamaçlarda bazı basamaklar görülmektedir. Batı kısmındaki basamaklar ise tamamen tahrip olmuştur.
Herakleia Hieronu
Herakleia Salbake antik kentinin yaklaşık 4 km. doğusunda, bugünkü Tavas-Kızılcabölük kasabasının 1km. kuzeydoğusunda, Ören Sırtı ve Kocapınar mevkii diye adlandırılan yerlerdir. Salbakos (Babadağ) sırtında yer alan Hieron dikdörtgen prizma şeklindedir.
Dört tarafını plakalardan oluşan kabartmalar çevirir. Buraya; Artemis, Apollon, Pan, Dionysos ve Herakles ile ilgili mitolojik sahneler işlenmiştir.

 
     
Höyücek
    Kapat
 

Höyücek Höyüğü / Burdur

Höyücek Höyüğü, Burdur ilinin Bucak ilçesi yakınlarında yer alır. Höyücek, çapı yaklaşık 90 metreye ulaşan ve ova seviyesinden 3,5 metre yükselen küçük ve gösterişsiz bir höyüktür.
Höyücek'te 1989-1992 yılları arasında yapılan kazılar, burada ilk yerleşimin İlk Neolitik Çağ'da, MÖ 6900-6700 tarihlerinde başladığını gösterir. Dört metre kalınlıktaki arkeolojik dolgunun tümü yine İlk Neolitik Çağ yerleşimlerine aittir.

Ana toprak üzerindeki en eski tabakada çok sayıda günlük kullanım eşyasına rağmen mimari kalıntılara rastlanmamıştır. Bu dönemi izleyen tabaka İlk Neolitik Çağ’ın daha geç bir evresine tarihlenir. Bu dönemde Höyücek büyük olasılıkla bir ‘kutsal merkez’ niteliği kazanır. "Tapınak Dönemi" olarak isimlendirilen bu evrede, birbiri ile bağlantılı beş yapı ortaya çıkarılmıştır. Aynı doğrultuda sıralanan birinin ‘tapınak’ olduğu anlaşılan bu yapı kalıntılarının günümüze oldukça iyi durumda ulaştıkları söylenebilir.
Tapınak Dönemi yapılarında tüm durumda pek çok kutsal nitelikli kap ele geçmiştir. Bunlardan 10'dan fazlasının mermerden yapıldığı görülür. Tüm kapların yanı sıra buluntular arasında yine mermerden, pişmiş topraktan eserler ve obsidiyen taş aletler göze çarpar.

Tapınak Dönemi'ne ait yapı kompleksinin bir yangın sonucu tahrip olduğu ve tepenin bir süre terk edildiği anlaşılır. Tekrar yerleşilen Höyücek'in kutsal yer olma özelliğini Neolitik Çağ'ın sonlarına kadar koruduğunu bilmekteyiz. Yeni dönemde mimari kalıntılara rastlanmamasına rağmen belirli yerlerde , toplu halde figürin, idol, taş ve pişmiş topraktan buluntulara rastlanması buranın bir adak yeri, ziyaret yeri olabileceğini düşündürür. Bu nedenle, son dönem yerleşmesine "Kutsal Alanlar Dönemi" adı verilir.

Prof Dr. Refik Duru (Burdur Bölgesi Neolitik Kültürleri, Atlas Arkeo, 2002)

 
     
Hoşap Kalesi
    Kapat
 

Hoşap Kalesi / Van
Hoşap, Van'a 60 km. Gürpınar ilçe merkezine 39 km. mesafede bulunmaktadır. Urartuların yaptığı ve yapımından itibaren yöreye hakim olanlar tarafından, Osmanlılar dahil olmak üzere kullanıldığı bilinmektedir. Dış kale surları arazinin yapısına göre şekillenmiş; doğu, kuzey ve batıdan dolanan surlarla çevrelenmiştir. Kaleye kuzey taraftan ortaya yakın bir yerde bulunan giriş burcuna açılmış bir kapı vasıtası ile girilmektedir. Taç kapı şeklinde düzenlenmiş burcun batı cephesindeki kitabe, kör pencere ve aslan kabartmaları cepheye belirli bir hareketlilik sağlamaktadır. Ayrıca orijinal demir kapı kanatları hala işlevini sürdürmektedir. İçerisinde Mahmudi sarayı olarak nitelenen kompleks yapılar yer almaktadır.  Bunlar kalenin güney tarafında sıralanmaktadır. En üst ve doğu kesimde seyir köşkü, bunun hemen batısında harem ve en batı uçta da selamlık yer almaktadır. Mescit, zindan, fırın ve sarnıç iç kalenin diğer yapılarıdır

 
     
Ilıpınar Höyük
    Kapat
 

 Ilıpınar Höyük / İznik

Orhangazi İlçesi sınırları içinde yer alan Ilıpınar Höyük'te, kazılara 1987 yılında başlanmıştır. Kazılarda M.Ö. VI. bin yılı kültür tabakasına kadar inilmiştir. Çalışmalarda tarih öncesi dönemlere ait çok önemli bulgular ortaya çıkarılmıştır. Bunlar arasında yer alan çeşitli ev kalıntıları, tarih öncesi dönemlere ait pişmiş toprak, kemik, taş, bronz aletler ile çeşitli mutfak eşyaları, ziraat aletleri, kozmetik kapları ile kolyeler, yapıldıkları dönemin yaşamı hakkında geniş bilgi vermektedir.

Höyükte ortaya çıkarılan mezarlar da bize ölü gömme adetlerinin nasıl olduğunu göstermektedir.

Höyük buluntuları arasında yapılan C14 analizleri, ziraatin bölgede ilk başladığı yerleşim yerinin Ilıpınar Höyük olduğunu kanıtlamaktadır.

 
     
Karagündüz Höyüğü
    Kapat
 

Karagündüz Höyüğü / Van

Van ilinin 35 km. kuzeydoğusunda, Van Merkez ilçeye bağlı eski Karagündüz köyündeki su yükselmeleri nedeniyle 1890 m rakımlı Erçek Gölü’nün kuzeydoğu kıyılarında bir ada durumunu almıştır.

Karagündüz nekropol alanı kuzeyden güneye doğru hafifçe meyilli alüviyal bir düzlükte yer almaktadır. Burada yapılan kazı çalışmalarında ele geçen mezarlardan bir kısmı oda mezardır. Dikdörtgen planlı olan mezar odalarının tavanları çökmüştür. Odalara mezarın boyutlarına göre 20’den 80’e kadar değişen sayıda insan gömülmüştür. Yeni ceset konulacağı zaman eskiler geriye doğru toplanarak odada yer açılmıştır. Bu özelliği diğer Urartu mezarlarından da tanımaktayız.

Mezarlarda ele geçen çok sayıdaki çanak çömlek biçim ve bezeme anlayışı bakımından iki büyük gruba ayrılırlar. Mezar hediyeleri arasında demirden süs eşyaları ve silahlar, çok sayıda boncuk bulunmaktadır. Ayrıca oğlak-kuzu türü hayvanlara ait omurga parçalarına rastlanmıştır.

 

Karagündüz Höyüğü’nde yapılan kazılarda ise Ortaçağ’dan Erken Transkafkasya dönemine kadar uzanan 7 yapı katının varlığı görülmüştür.

1. ve 2. yapı katı Ortaçağ’a aittir. 1. yapı katında tepenin üzeri mezarlık olarak kullanılmıştır.

3. yapı katı Geç Demir çağına aittir.

4.yapı katı ise birkaç evrelidir. Bunların en ilginci Urartu Krallığı dönemine ait olan 4. yapı katıdır.

5. yapı katı Erken Demir Çağı  (bu tabaka nekropolle çağdaştır),

6. yapı katı (Orta-Son Tunç Çağı),

7. yapı katı ise erken Transkafkasya dönemine aittir ve höyüğün en kalın tabakasıdır.

Van İl Kültür Turizm Müdürlüğü

 

 

 
     
Karahöyük
    Kapat
 

Karahöyük / Konya

Konya il Merkezinin 15 km. güney doğusundadır. 1953 yılında başlayan kazılar halen devam etmektedir.

Konya bölgesinin M.Ö. 3000 ve 2000 yıllarının tarihine ışık tuttuğu bilinmektedir. Karahöyük'te yapılan araştırmalarda höyüğün M.Ö. 3000 (Eski Tunç Devri-M.Ö. 2000 Asur ticaret kolonileri devri) de iskan edildiği anlaşılmış olup, 27 yerleşik katı tespit edilmiştir.

Karahöyük kazılarında çıkan buluntular devrinin kültürel ve ticari ilişkileri anlatan belgelerdir. Hitit Imparatorluk Çağı öncesi eski Tunç Devri Mühür sanatının Orta Anadolu'nun güney bölgesindeki en önemli buluntularını veren merkezdir.

Grafitolan kap markaları ve bazı mühürler Anadolu'da yazının erken safhalarının araştırılmasında yardımcı olmaktadır.Gaga ağızlı testiler, fincanlar, yonca ağızlı testiler, rhytonar, üzüm salkımı biçimli kandilleri ve diğer buluntular olup ayrıca at nalı biçiminde atkılar devrinin karakteristik eserleridir. Buluntular Konya Arkeoloji Müzesi'nde teşhir ve muhafaza edilmektedir.

 
     
Karain
    Kapat
 

Karain Mağarası / Antalya
Antalya'nın 27 km. kuzeybatısında ve Katran dağları üzerindedir. Denizden  650 m. yükseklikte doğal bir mağaradır.
Karain Mağarası, Anadolu ve Yakın Doğu tarihi açısından önemli bir paleolitik merkezdir. Karain alt Paleolitik'ten geç Roma dönemine kadar görülen yerleşim izleri ile Anadolu arkeolojik çalışmalarında önemli bir boşluğu doldurmaktadır.

Yeryüzünde bilinen paleolitik mağaraların çoğu sadece bir dönemi temsil ederken Karain alt, orta ve üst olarak kesintisiz bir katmanlaşma göstermekte ve bu katmanlardan elde edilen veriler, özellikle Avrupa ve Yakın Doğu arasındaki bağlantılar ve göç yolları hakkında fikir vermesi açısından önem taşımaktadır.
Karain'den ele geçirilen Anadolu'da bilinen en eski insan kalıntılarının yanısıra mağarada ortaya çıkarılan taşınabilir sanat ürünleri Anadolu sanatının ilk örnekleridir.
Ayrıca, verdiği bitki ve hayvan kalıntıları ile Batı Akdeniz'in eski çevresinin ortaya konmasında önemli bir rol üstlenen Karain çevresindeki diğer mağaralarla birlikte doğal ve kültürel özellikleri dolayısıyla karma sit olarak Dünya Miras Listesine önerilmektedir.
TC Kültür Bakanlığı

 
     
Kubadabad Sarayı Çinileri
    Kapat
 

Beyşehir Kubadabad Sarayı / Konya

 

Selçuklu hükümdarı I. Alaeddin Keykubad'ın (1220-1236) tarafından yaptırılmış Kubad-Abad Saray Külliyesi, günümüze ulaşabilmiş tek Selçuklu saray yapısıdır. 1236 yılında (kitabe ve tarihi belgeler ışığında) tamamlandığı anlaşılmaktadır. Anadolu Selçuklu Devrinde, çevresinde aynı isimle anılan bir şehir teşekkül eden Kubad-Abad, sonraları terkedilmiştir.

Kubad-Abad Saray Külliyesi içinde, Küçük Saray, saray külliyesi ile bağlantısı bulunan Kız Kalesi ve Kubad-Abad hinterlandı ve Malanda'daki Selçuklu köşkünde yapılan araştırma ve kazılarda; Selçuklu Dönemine ait çok sayıda çini, seramik, alçı, cam ve sikke bulunmuştur.

Küçük Saray'ın çevresindeki Selçuklu tabakasının altında ise, Eski Çağa ait kalıntı ve küçük buluntular tespit edilmiştir.

 

20. yüzyılın ortalarından başlayıp, günümüzde de devam eden sistemli kazılar sonucu Beyşehir Kubadabad Sarayı'nda önemli miktarda çini malzeme bulunmuştur. Sarayın duvarlarını kaplayan bu çiniler, gerekli incelemeler yapıldıktan sonra, sergilenmek üzere Konya Karatay Medresesi Müzesi'ne getirilmiştir.

 

Beyşehir Kubadabad Sarayı'nın duvarlarını süsleyen yıldız-haç kompozisyonlu sıraltı ve lüster teknikli çiniler, gerek desen özellikleri gerekse taşıdıkları sembolik anlamlarla, Anadolu Selçuklu çini sanatının nadir örnekleridir. Geniş bir figür dünyasının yansıtıldığı çinilerde, genel olarak sultan ve saray yaşantısı konu edilmiştir. Ayrıca, sarayı koruduğuna inanılan, tılsımlı fantastik hayvanlar ile çok çeşitli av ve evcil hayvan figürlerine de yer verilmiştir.

 

Kubadabad Sarayı örneklerinde, yıldız formlu (sekiz köşeli) çiniler, haç formlu çinilerle birbirlerine bağlanarak büyük panolar meydan getirmiştir. Yıldız çinilerde figürlü süsleme yoğunluktadır. Haç formlu çinilerde ise figürlü süslemeye daha az yer verilmiş, genel olarak bitkisel bezeme kullanılmıştır. Sıraltı tekniğinde işlenmiş örneklerde, şeffaf renksiz sıraltına, siyah, firuze ve lacivert renklerle bezeme yapılmıştır.

 

İyi bir doğa gözlemciliği ve geniş bir hayal gücünün sonucu olarak meydana getirilen figürlü bezemelerde, gerçekçi bir üslup benimsenmiştir.

 

Profilden verilmiş çift başlı kartallar, yıldız çinin bütün yüzeyini kaplayacak şekilde yerleştirilmişlerdir. Kartalların cepheden verilmiş gövdelerinde bir kartuş içerisinde “es-sultan” yada “el-muazzam” gibi sultanı temsil eden yazılar yer almaktadır. Genel olarak yanlardan birer bitki ile çevrelenen çift başlı kartallar, çeşitli sembolik anlamlar taşımaktadırlar.

 

çeşitli dönemlerde arma ve totem olarak kullanılan “çift başlı kartal” figürüne; güç, iktidar, koruyucu ruh, soyluluk, bilgelik gibi bir çok anlam yüklenmiştir. Kubadabad Sarayı örneklerinde de gücü simgelediği düşünülen çift başlı kartallar, gövdelerindeki armalarla da muhtemelen Selçuklu Sultanını temsil etmektedirler.

Dr. Sevinç GÖK GÜRHAN (EÜ, Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü)

 

Detaylı bilgi için

Arık, R., Kubad Abad, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2000.

Aslanapa, O., Anadolu'da Türk çini ve Keramik Sanatı, Ankara, 1965.

Oral, Z., “Kubad Abad çinileri”, Belleten, C.XVII, Sayı: 66, Ankara, 1959, s.209-222.

önder, M., “Selçuklu Devri Kubad Abad Sarayı çini Süslemeleri”, Türkiyemiz, Sayı:6, İstanbul 1972, s.15-18.

öney, G., Türk çini Sanatı, İstanbul, 1976.

Roxborough, J.D. (ed.) Turks, A Journey of a Thousand Years, 600-1600, London 2005, 392-394.

 
     
Kültepe
    Kapat
 

Kültepe-Kaniş-Karum Örenyeri / Kayseri

Eski adı, çivi yazılı belgelere göre Kaniş veya Neşa olan Kültepe, Erciyes dağının eteğinde, bereketli bir ovanın ortasında tarihi ve doğal anayolların birleştiği noktada yer almaktadır. Bu konumuyla Kültepe, eski dünya ticaretinde ve siyasetinde önem kazanarak, özellikle MÖ 3. binin sonlarında ve 2. binin ilk çeyreğinde Anadolu-Suriye-Mezopotamya arasında parlak bir ticaret ve sanat merkezi olarak öne çıkmıştır.

 Yazının Anadolu’ya girdiği ve aydınlanmanın başladığı yer olan Kültepe / Kaniş / Neşa’da 60 yılı aşkın bir süredir kazı çalışmalarının yürütülmekte ve ortaya çıkarılan eserler günümüzde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Kayseri Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde korunmaktadır. 

 

Kültepe, biri yerlilerin oturduğu höyükten, öteki aşağı şehir veya Asur'lu tüccarların yerleştiği Karum alanından oluşmuştur. Höyüğün çapı 500 m., ova seviyesinden yüksekliği 20 m. dir. Tepeyi dört yanından aşağı şehir/Karum çevirmiştir. Çapı 2 km.yi bulan Karum, höyük ve ortasındaki kalesi sağlam birer sur ile çevrilidir.

 

Kazılarda höyükteki en eski yerleşimin Geç Katolik Çağ (M.Ö.300-2500) olduğu, onu Eski Tunç Hitit, Frig, Hellenistik-Roma çağlarının takip ettiği tespit edilmiştir.

 

Karum sahası; höyüğün doğu ve güneydoğu eteklerini çevirmektedir. M.Ö. 1950-1650 yıllarında Anadolu'ya ticaret maksadıyla gelen Assurlu tüccarlar tarafından iskân edilmiştir. Höyük ve Karum alanında açığa çıkarılan büyük dinsel ve resmi yapılar, evler, dükkanlar ve atölyelere ait mimari kalıntılar açık hava müzesi olarak sergilenmektedir

 
     
Kuruçay
    Kapat
 

Kuruçay Höyüğü / Burdur

Kuruçay Höyüğü, Burdur il merkezinin 15 km güneybatısında yer alır. Aynı adı taşıyan köyün sınırları içindeki höyük yaklaşık 100 metre çapında ve 8 metre yüksekliktedir. 1978-1988 yılları arasında kazıların yapıldığı yerleşmede 13 yapı katı görülür.

Ana toprak üzerindeki en eski yerleşme olan 13. yapı katı, Neolitik Çağ'ın höyükdeki en erken dönemini temsil eder. MÖ 6700-6500 yıllarına ait olduğu. anlaşılan bu yerleşmeye ait mimari kalıntı yoktur.
Ele geçirilen bu buluntular arasında, yörenin daha geç dönemlerinde üretilmiş, yüksek kaliteli boyalı çanak çömleğin öncüsü niteliğinde, boya bezemeli kap parçaları vardır.

Neolitik Çağ'ın daha ileri dönemlerinde, 11. yapı katında sur ile çevrili bir yerleşme görülür. Yarım daire planlı kuleleri ile bu sur, Burdur bölgesi Neolitik'inin şimdilik en eski savunma sistemidir. Son Neolitik Çağ buluntuları arasında, pişmiş topraktan Ana Tanrıça figürleri. taş aletler ve çok sayıda tüm kap sayılabilir.

Kuruçay'ın daha sonraki İlk Kalkolitik Çağ'a ait yerleşimleri (10-7. katlar), Neolitik kültürünün devamı niteliğindedir.


Kuruçay MÖ 5100 dolaylarında, Neolitik Çağ'ın başlarında terk edilir ve bir süre tepede herhangi bir yerleşim İzine rastlanmaz. MÖ 4000 civarında yeniden iskân edilen yerleşmede Son Kalkolitik Çağ’a ait yeni bir süreç başlar. Bu dönemi izleyen İlk Tunç Çağ'ın ardından yaklaşık MÖ 2200’lü yıllarda Kuruçay Höyüğü bir daha yerleşilmemek üzere terk edilir.

Prof Dr. Refik Duru (Burdur Bölgesi Neolitik Kültürleri, Atlas Arkeo, 2002)

 
     
Kızdamı
    Kapat
 

Kızlar Mağarası / Van

Van’ın 76 km. güneydoğusundaki Yedisalkım (Put) köyü sınırları içinde yer alan bir mağaradır. Mağara 7 km. uzunluğundaki bir kanyonun güney yamacında, vadi tabanından 78 m. yükseklikte, önünde doğal bir terası bulunan iki ayrı bölümden oluşur.

Terasın kuzeydoğusundaki 1 no’lu mağaranın biri terasa açılan 6 m. yüksekliğinde iki ağzı vardır. İkinci ağzın sonunda, hayvan kanı kullanılarak yapılmış duvar resimleri bulunmaktadır. 5 m’lik bir alana yayılan açık kırmızı renkli bu resimlerde geyik, yaban keçisi, ana tanrıça ve geyik üstünde ayakta duran Tanrı betimlemeleri görülmektedir. Bunlardan başka avla ilgili kompozisyonlar da vardır.

Bu mağaranın 18 m. batısında yer alan 2 no’lu mağaranın kuzeybatıya açılan tek bir ağzı vardır. Bu ağzın iki yanına dağılmış duvar resimlerinde açık kırmızı ve koyu kahve renkte iki ayrı dönemde birbiri üstüne yapılmış figürler vardır. Güneybatı duvarı üstündeki kompozisyon Büyük Pano, kuzeydoğu duvarındaki ise Küçük Pano alarak tanımlanmaktadır.

Küçük Pano’da, üreme organları abartılarak betimlenmiş dört erkek figürü Büyük Pano’da ise dans eden tanrıçalar, hayvan üstünde tanrıça, av sahneleri, yaban keçileri ve tanımlanamayan bazı hayvanlar yer almaktadır. Mağaradaki resimler M.Ö. 5000-8000 arasına tarihlenmektedir.
Van İl Kültür Turizm Müdürlüğü

 
     
Masat Höyük
    Kapat
 

Masat Höyük Tokat'ın Zile ilçesi Yalınyazı Belediyesi bulunmaktadır. Masat Höyük de üç yerleşim katı keşfedilmiştir. Bu katmanlar M.Ö. 3000 yılında Eski Tunç Çağı,  M.Ö. 2000 Hitit Çağı, M.Ö. 1000 Frig çağı na aittir. Höyükte pişmiş toprak, metal ve cam sanat eserlerinin yanında, Hitit Hiyeroglif (Resim Yazıt) ile tablet yazıtları bulunmuştur.
TC Kültür ve Turizm Bakanlığı

 
     
Men Kutsal Alanı
    Kapat
 

Men Kutsal Alanı - Pisidia Antiokheia / Yalvaç

Yalvaç ilçesine 5 km. uzaklıkta "Gemen Korusu" denilen bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kutsal alanda "Ay Tanrısı Men" adına inşa edilen tapınağın tarihi MÖ. 4. yüzyıla kadar çıkmaktadır. Bu tapınağın dışında 2 kilise, stadium ve evler yer almaktadır.

Men Tapınağı

Ay Tanrısı Men, MÖ. III. bin yılından beri ibadet edilen bir eski Anadolu tanrısıdır. Bir gök tanrısı olan Men, aynı zamanda sağlık ve kehanet tanrısıdır.
Antiokheia Men kültürünün en önemli merkezlerinden biridir. Burada Tanrı Men'e adanmış bir tapınağın bulunması da çok doğaldır. Men kutsal alanı, Antiokheia'nın kuruluşundan önce, kentin yaklaşık olarak 5 km. güneydoğusunda, Karakuyu Tepesi üzerinde kurulmuştur.

Tapınak, 43 x 72 m. ölçülerinde, tam dikdörtgen olmayan ve etrafı temenos duvarı ile çevrili alan içerisinde yer almaktadır.

 
     
Menteşe Höyük
    Kapat
 

Menteşe Höyük / İznik

Menteşe Höyük Kazısı 1995'ten beri İznik Müze Müdürlüğü denetiminde yapılan çalışmalarda, Prehistorik Döneme ait önemli mimari buluntular ile objeler ele geçirilmiştir. Bunlar İznik Müzesi'nde sergilenmektedir.

 
     
Musular Höyük
    Kapat
 

Musular Höyük / Aksaray
 

Höyük Aksaray'ın yerleşim tarihinin Aşıklı Höyük'ten sonraki en eski örneklerinden birini oluşturan Musular Höyük, Gülağaç ilçesi Kızılkaya köyünde, Melendiz Irmağı'nın batısında yer almaktadır.

 

Musular'a ilk kez günümüzden 8000 yıl önce yerleşildiği saptanmıştır. Şimdiye kadar iki ana dönem tespit edilmiştir. Bunlardan ilki prehistorik terminolojide "çanak çömleksiz neolitik" olarak adlandırılan akeramik dönemdir.

 

Sonraki yerleşme evresi "çanak çömlekli" evreye aittir. Bu dönemde yerleşenler önceki yapı kalıntılarını düzlemiş, bunun üzerine kalınca sarımsı renkte bir toprak tabakası sermiş ve bu düzlem üzerine kendi yapılarını inşa etmişlerdir.

 
     
Ortaköy (Şapinuva)
    Kapat
 

Ortaköy / Şapinuva

 

Ortaköy örenyeri, Çorum İli'nin 53 km. güneydoğusunda yer alan  Ortaköy ilçesinin 2.5 km. güneybatısında, Tepelerarası ve Ağılönü mevkiinde yer almaktadır.

 

Bölge coğrafi açıdan önemli ve tarıma elverişli oluşu nedeniyle ilk çağlardan günümüze kadar devamlı iskâna sahne olmuştur. Bugüne kadar sürdürülen kazı çalışmaları sonucunda, büyük boy taşlardan yapılmış Hitit İmparatorluk dönemi binaları içinde Roma Dönemine ait, içinde değişik gömülerin bulunduğu taş sanduka mezarlara rastlanmıştır.

 

Kazı çalışmaları sonucunda anıtsal mabet-saray kompleksinde Hitit tarihine ve kültürüne ışık tutacağı düşünülen 3000'i aşkın çivi yazılı belge bulunmuştur. Çorum Müzesi'nde korunan, dini ve siyasi konuları içerdiği bilinen ve bir çoğunun da mektup olduğu anlaşılan tabletler dışında, çeşitli formalarda seramikler, metal aletler, üçgen objeler, obsidiyenden yapılmış süs eşyaları ve mühür baskılarıda ortaya çıkarılmıştır.

 

Ortaköy örenyerinde elde edilen çivi yazılı belgelere bakarak Ortaköy örenyerinin Hitit Dönemindeki adının Şapinuva olduğu ileri sürülmüştür.

TC Kültür ve Turizm Bakanlığı  

 
     
Pazarlı
    Kapat
 

Pazarlı Örenyeri

 

Alaca'nın 30 km. kuzeyindeki Çikhasan Köyü'nde bulunan Pazarlı örenyeri, 1937-38 yıllarında Türk Tarih Kurumu adına Dr. Hamit Zübeyr Koşay ve Mahmut Akok tarafından araştırılmış olup yapılan kazılar sonucunda burasının; Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit, Frig ve Klasik Çağlarda iskân edildiği saptanmıştır.

Pazarlı'nın en önemli devrini Frig katı temsil etmektedir. Yapılan kazılar sonucu Frig Dönemine ait kale kalıntısı ile kale taş temelli, kerpiç duvarlı, iki katlı binalarda cephe süslemesi olarak kabartma levhalar kullanıldığı anlaşılmıştır. Bu dönem levhalarında yürüyen savaşçılar, aslan-boğa mücadelesi, kentaur, grifon bezemeli hayat ağacına tırmanan dağ keçileri tasvir edilmiştir. Bu terracottalar (pişmiş toprak levhalar) Anadolu arkeolojisinin M.Ö. 7.-6. yüzyıla ait en güzel örnekleri arasında yer almaktadır.

 

Pazarlı'nın Frig Dönemi yerleşim alanı ve bu alanı çevreleyen kalenin bir maketi ile yine buradan çıkan seramik ve diğer buluntular Çorum ve Alacahöyük Müzelerinde, pişmiş topraktan yapılmış çok renkli levhalar ise Çorum Müzesi ile Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ndeki Frig seksiyonlarında sergilenmektedir.
TC Kültür ve Turizm Bakanlığı  

 
     
Perge
    Kapat
 

PERGE (Aksu) / Antalya


Pamphylia’nın önde gelen şehirlerinden biri olan Perge, Kestros (Aksu) Nehri’nin 4 kilometre batısında iki tepe arasındaki geniş bir ovanın üzerinde kurulmuştur.

Üçüncü ya da dördüncü yüzyıl dünya haritasının geç dönem kopyalarında Perge, Pergamum’da başlayan ve Side’de biten ana yolun yanında gösterilir.

Perge Büyük İskender’in M.Ö. 333’te gelişine kadar  Perslerin yönetiminde bulunmuştur.

İskender’in ölümünden sonra, kısa bir süre Antigonos’un nüfuz alanına ve daha sonra Seleucid egemenliği altına girmiştir. Daha sonra Pergamum’un eline geçmiştir.

Yaklaşık olarak M.Ö. 133’te Pergamum Krallığı Roma’ya devredildiğinde Perge, tam bağımsız olmuştur.

İmparatorluk döneminin başlangıcından itibaren, Perge’de iş projeleri hayata geçirilmiş ve M.S. 2. ve 3. yüzyıllarda kusursuz şehir planıyla; tiyatro, agora, stadyum, geniş stoaları , nymphaeumda (anıt çeşmeleri), zengin cephe mimarisi ve sayısız heykelleri ile sanatçılar tarafından mermer bir kente dönüştürülen Perge, yalnızca Pamphylia’nın değil, tüm Anadolu’nun en güzel şehirlerinden biri haline gelmiştir.

4. yüzyılın ilk yarısında, Büyük Konstantin (324 - 337) krallığı sırasında, Perge, Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biri olmuştur.

Şehre girildiğinde Kocabelen Tepesi’nin güney eteklerinde görülen Yunan-Roma tipi tyatro toplam 13000 kişiliktir. Tiyatronun en belirleyici özelliği, podyumun süsleyen mitolojik konulu rölyeflerdir.

Stadyum, eski çağlardan günümüze kalan en iyi korunmuş stadyumlardan biridir. 34x334 metre ölçülerinde dikdörtgenbir yapıdır. Stadyumun altında, uzun kenarlarının her birinde otuzar ve kuzey ucundaki kısa kenarında on tane olmak üzere toplam yetmiş kemerli oda bulunmaktadır.

Perge’nin büyük bir kısmı, bazı bölümlerinin tarihi Helenistik döneme kadar uzanan surlarla çevrilidir. İstihkam duvarlarının üzerine 12 – 13 metre yüksekliğinde kuleler inşa edilmiştir.

 

Perge’nin yetiştirdiği ünlü adamlar arasında Fizikçi Asklepiades’den, felsefeci Varus’tan ve matematikçi Apollonios’tan söz edilebilir.

 

Perge’de kutsal sayılan tanrı ve tanrıçalar arasında Artemis’in önemli bir yeri vardır.

Perge’den çıkarılan yüzlerce heykel Antalya Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kaynak:Kayhan Dörtlük, “Antique Cities Guide – Antalya” Keskin Color A.Ş  

 
     
Senirkent (Yassıören)
    Kapat
 

SENİRKENT  (Yassıören) / Isparta

TYMANDOS: Kentin adı Ptolomaios’da  Talbonda; ortaçağ kilise kayıtlarındaki Piskoposları gösteren listelerde Tymandos, Tymandros şeklinde geçmektedir.

Yassıören’de bulunan postament, sütun, kapı biçimli ve alınlıklı mezar stelleri ile yine bu köy sınırları içinden çıkan ve Senirkent kütüphanesi bahçesinde  duran iki adet palmetli, bir adet sphenksli Geç Arkaik Çağ  (MÖ 540/530-480) mezar steli Isparta Müzesine nakledilmişlerdir. Bu eserler Pisidia bölgesinden çıkan Greko-Pers üslubundaki ilk örnekleri olup çok büyük öneme sahiptirler.

 
     
Tilkitepe
    Kapat
 

Tilkitepe / Van

Tilkitepe Van ilinin 8 kilometre güneyinde, Van Gölünün kıyısında yer almaktadır. Höyük yaklaşık 45 metre çapında ve 10 metre yüksekliğindedir.

Keşfedilen ilk kültür katındaki bulgular M.Ö. 5000 yılını işaret etmektedir.

Tilkitepe, Doğu Anadoluda keşfedilmiş ender höyüklerden birisidir. Bölgede bulunan höyük sayısının az olmasın en önemli nedeni olumsuz iklim koşullarıdır.

Yapılan kazılarında 3 kültür katı tespit edilmiştir.  Bu kültür katlarının en altında Tell Halaf kültürüne ait seramikler bulunmuştur. Bulunan seramikler, açık renk zemin üzerine kahverengi şekillerden oluşmaktadır.

Üstte yer alan diğer iki kültür katı Orta Kalkolitik çağa aittir. Bu kültür katlarında ise Ubaid kültürüne ait çanak ve çömlekler bulunmuştur.

 
     
Tirişin Yaylası Kaya Resimleri
    Kapat
 

TİRİŞİN KAYA RESİMLERİ

Trişîn (Yeşil Ok) Yaylası Van ilinin takriben 120 km. güneyinde ve deniz seviyesinden 2200 metre yüksekliktedir. Trişin yaylasındaki binlerce kaya yüzeyi tarih önceki çağlardan kalma insan ve hayvan resimleriyle bezenmiştir. Bu resimler Mezolitik (MÖ- 9000-8000),  Neolitik (M.Ö;8000-5500), Kalkolitik (M.Ö. 5500-3500), EskiTunç Devri (M:Ö. 3500-1800) ve daha sonraki devirlerde yapılmıştır.
Hayvan resimleri arasında bugün nesilleri tükenmiş Bizon (Aucrochse) ve Rengeyigi (Elch) figürleri bulunmaktadır. Resimler gravür (kazıma) tekniğiyle yapılmış olup tarih öncesi çağlardaki insanların av konusundaki uğraşlarını, avladıkları yabani hayvan türleri ve avda uyguladıkları yöntemleri gerçekçi bir şekilde yansıtmaktadır.
Göçebe halklarca yapılmış olan Trişin Kaya resimleri Van bölgesinin güneydoğusundaki dağlık yörede 3 yazlık alanda gruplandırılmıştır.

a) Kahn-ı Mclîkan (Çatak Trişini)
b)Tah-ı Melik (Gürpınar Trişini)
c) Zıvkan Trişini

Kaya resimlerindeki figürlerin günümüzdeki halı, kilim, heybe motiflerinde, tahta, eşya, çadır, çorap süslerinde, çömlek ve mezar taşlarında da devam ettiği görülmektedir. Bu resimlerin yurdumuzdaki en yakın benzerleri Kars Camışlı ve Kurbanağa ile Adıyaman Palanlı mağarasındaki resimlerdir.

 
     
Toprakkale
    Kapat
 

Toprakkale / Van
Van il merkezinin kuzey doğusunda Zimzim dağları silsilesine bağlı kayalık bir tepe üzerinde yer almaktadır. Kuzey-Güney doğrultusunda  400 m. uzunluğunda, 60-70 m . genişiliğinde ve 200 m.yüksekliğinde kayalıklara oturan kale, Van’a hakim konumdadır. Kale Urartu kralı II.Rusa tarafından M.Ö.685 – 645 tarihleri arasında yaptırılmıştır. Burası Tuşba’dan sonra Urartu Krallığı’nın ikinci idare merkezi durumundadır. Mimari olarak kayaya oyulmuş bir sarnıç, açık hava tapınağı , kuzeydoğusunda Haldi tapınağı ve kerpiç duvar kalıntıları bulunmaktadır. Kale mimarisi yanında , çoğu yurt dışı müzelerinde bulunan fildişi ve madeni küçük eserleri ile dikkat çekmektedir.

 
     
Truva
    Kapat
 

Troya Antik Kenti

Çanakkale iline bağlı Tevfikiye köyü yakınlarında bulunan ve günümüzde “Hisarlık” adıyla anılan Truva, Homeros’un İ.Ö. 9. yüzyıla ait ünlü İIyada ve Odysseia destanına konu olan dünyadaki en ünlü arkeolojik kentlerden birisidir.
''Troia Antik Kenti ''UNESCO'nun Türkiye'de belirlediği 9 ''Dünya Miras Alanı'' içinde yer alır ve tarihi milattan önce 3 binli yıllara dayanan, üst üste kurulan 9 ayrı medeniyetin kalıntılarını taşır. 

Truva’da görülen 9 katman, kesintisiz olarak 3000 yıldan fazla bir zamanı göstermekte ve Anadolu, Ege ve Balkanların buluştuğu bu benzersiz coğrafyada yerleşmiş olan uygarlıkları izlememizi sağlamaktadır.

Hisarlık'ta birbiri üstüne yükselen tabakalar aşağıdan yukarıya doğru I - IX olarak adlandırılmıştır.
Truva’daki en erken yerleşim katı M.Ö. 3000-2500 ile erken Bronz Çağı’na tarihlenmektedir.  Kuleli bir surla çevrili olan kent, taş temeller üzerine kurulmuş kerpiç yapılardan oluşuyordu. Tek renkli çanak çömleğin yapımında henüz çömlekçi çarkının kullanılmadığı görülür. Buluntular arasında madenî eşya ve kemikten yapılmış aletler de vardır.  
Troya yerleşmesinin II. katında bir kral sarayı yer alır. Bu katta bakır ve tunçtan yapılmış alet ve eşyalar, altın, gümüş gibi değerli madenlerden yapılmış süs eşyaları bulunmuştur. Ayrıca çanak çömleğin yapımında da çömlekçi çarkının kullanıldığı görülür.
Troya III. IV ve V kentleri, küçük yerleşim birimleriydiler. Bu kentlere ilişkin en ilginç buluntular insan yüzü biçimindeki kaplar ve kapaklardır. Tarihçiler, bu üç Troya yerleşim katını MÖ 2300-1800 yılları arasına yerleştirmektedir.

Troya VI kentinden başlayarak Troya kültüründe belirgin farklılaşmalar görülür. Surların tahkimatı, Miken tarzında yapılmış, kent teraslar üzerine kurulmuştur. Tunç devrinin en parlak dönemine rastlayan Troya VI. kentinde çanak çömlek biçimlerinde de büyük değişiklikler vardır.

Homeros’un “İlyada”, “Odissia” ve Vergilius’un Aeneas destanlarında sözü edilen ünlü Troya Savaşı’nın geçtiği kent, Troya VI ya da VII’dir.

Troya VIII, MÖ 7. yüzyılda kurulmuş bir Yunan kolonisidir.
Truva katmanları M.Ö. 85 – M.S. 8. yy’a tarihlenen Roma Dönemi ile sona ermektedir.

Truva, bulunduğu coğrafi konum nedeniyle burada hüküm süren uygarlıkların diğer bölgelerle ticari ve kültürel bağlantıları açısından daima çok önemli bir rol üstlenmiştir.
Truva ayrıca gösterdiği kesintisiz katmanlaşma ile Avrupa ve Ege’deki diğer arkeolojik alanlar için referans görevi görmektedir. İlk olarak 1871’de Heinrich Schliemann, daha sonra W. Dörpfeld, C.W Blegen ve  Manfred Korfmann tarafından kazılmış olan bu görkemli arkeolojik şehirde kazılar halen Tübingen Üniversitesi tarafından sürdürülmektedir.

TC. Turizm Bakanlığı 

UNESCO'nun Türkiyedeki ''Dünya Miras Alanları'' listesi

 
     
Van kalesi
    Kapat
 

Van kalesi
Van şehir merkezine 5 km uzaklıkta bulunmaktadır. Kale Göl’den 80m. Yükseklikteki kaya üzerine 1800 m. X 1200 m. boyutlarında inşa edilmiştir. Kale, Urartu’dan günümüze birçok tarihi kalıntıyı üzerinde barındırmaktadır. Urartu kaleleri içinde en etkileyicilerin başında gelen Van Kalesi Arzaşkun’dan sonra Urartu krallığı’nın ikinci başkentidir. Kale M.Ö 9. Yüzyılda Lutipri’nin oğlu Sarduri tarafından kurulmuştur. Kalede ve özellikle sitadelin etrafında günümüze iyi korunarak gelen Urartu dönemine tarihlenen sur duvarları vardır. Kalenin kuzeybatı ucunda yer alan ve Sardur burcu olarak adlandırılan anıtsal yapının üzerinde I.Sarduri’ye ait Asur çivi yazısı ile yazılmış, bilinen en eski Urartu yazıtı vardır. Yapı uzunluğu 6 metreyi bulan kireç taşı bloklarla örtülmüştür. Kalenin çok önemli diğer bir yapısı ise I.Argişti’ye ait olan kaya mezarıdır. Kaya mezarının hemen dışındaki kaya fasadı üzerinde Uratu’nun günümüze ulaşabilen ve ‘’Horhor Yazıtları” olarak adlandırılan en uzun yazıtı yer alır. Yerleşme yerinin kuzeydoğu ucunda üzerleri kavisli iki nişi vardır. Burası II.Sarduri’nin açık hava tapınağıdır ve halk arasında Analı-Kız olarak adlandırılır.

 
     
Yazılıkaya
    Kapat
 

Yazılıkaya / Boğazköy - Çorum

 
     
İkiztepe Höyüğü
    Kapat
 

İkiztepe Höyüğü // Samsun

 

Samsun İli, Bafra İlçesi'nin kuzey-batısındaki İkiztepe Köyü sınırları içerisinde yer alan höyük dört yükseltiden oluşmaktadır. Yaklaşık olarak 375 x 175 m. ebadında bir alanı kaplamaktadır.

 

Tepe I ve Tepe II'de ana toprağa kadar inilmiştir. Araştırmalar sonucu Tepe I'de İlk Tunç Çağı I ve II ile Geçiş Çağı (Hitit Öncesi) kültürleri tespit edilmiş, ayrıca İlk Tunç Çağı III'e tarihlenen bir nekropolün varlığı anlaşılmıştır.

Tepe II'de ise İlk Tunç Çağı I ve II ile Kalkolotik Çağ kültür kalıntıları gün ışığına çıkarılmıştır.

Tepe III ve IV'de yapılan küçük sondajlar sonunda bu bölgede İlk Tunç Çağı III kültürünün yaygın olduğu anlaşılmıştır.

Tepe I'de İkiztepe'nin son kültür katında tümülüs tipi 2 odalı ve dromoslu bir anıt mezar yer almaktadır. Kesme taşlardan inşa edilmiş olan mezarın dromosunda (koridorunda) ele geçirilen ve İstanbul'da Trakya Kralı Lysimakhos (İ.Ö. 306-281) adına basılmış altın sikkeden bu mezarın Hellenistik Çağa ait olduğu anlaşılmıştır.

1989 yılı kazı sezonunda ortaya çıkarılan iyi korunmuş seramik fırını oldukça ilgi çekmektedir. Kazılarda taş veya kerpiç temellere veya duvarlara rastlanmamasından İkiztepe'de yapıların ahşaptan inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

İkiztepe örenyerinde yapılan arkeolojik kazılarda açığa çıkarılan eserler Samsun Müzesi'nde bulunmaktadır.
TC Kültür Turizm Bakanlığı

 
     
İvriz Kaya
    Kapat
 

İvriz Kaya Kabartması

Konya'nın Ereğli ilçesine 12 km. uzaklıkta, İvriz Suyu'nun kaynak başındadır. Geç Hitit dönemi eseridir. M.Ö. VIII. yüzyıla tarihlenmektedir. 6.08 m. yüksekliğindeki kabartmada, Warpalavas'ın bereket tanrısı Santaj'a şükranı anlatılmaktadır.

TC Kültür ve Turizm Bakanlığı

 
     
İznik Çini Fırınları
    Kapat
 

İznik Çini Fırınları

İznik İlçe merkezinde yapılan kazılar  1994 yılında başlamıştır.  11-17. yüzyıllar arasında İznik keramik ve çinilerinin üretim merkezi olan bu yörede ortaya çıkan eserler ziyaretçileri büyülemektedir.

 
     
Zeugma
    Kapat
 

Zeugma
Belkıs/Zeugma bu günkü konumuyla, Gaziantep İli, Nizip ilçesinin 10km. doğusunda, tepeler üzerinde yer alır.
Büyük İskender'in generallerinden I. Selevkos Nikator, M.Ö. 300'de, kendi adıyla Fırat'ın adını birleştirerek Selevkeia Euphrates ismiyle bir kent kurdurur. Bu kentin karşısına da eşi Apameia'nın adıyla ikinci bir kent kurdurarak, bu ikiz kenti bir köprüyle birbirine bağlatır. Romalı komutan Pompeius M.Ö.64 de, kendisine yardım eden, I.Antiokhos'a bu kenti vermiştir. Yaklaşık 40 yıl Kommagene'nin dört büyük şehrinden biri olan kent, M.Ö.31 den itibaren tamamıyla Roma'ya bağlı olan kentin adı da, geçit köprü anlamına gelen Zeugma olarak değiştirilir. Roma döneminde kent en zengin dönemini yaşamıştır. M.S. 256 yılında Sasani kralı Şapur I, Zeugma'yı ele geçirerek yakıp yıkmış, daha sonra bir depremle alt üst olmuştur. Bu tarihten sonra artık Zeugma bir daha kendini toparlayamamış ve eski ihtişamına ulaşamamıştır. Zeugma'da her ne kadar, Geç Roma ve Erken Bizans dönemlerinde yerleşim olsa da eski ihtişamına kavuşamamıştır. 7. yüzyılda ise Arap akınları neticesinde terk edilmiştir. Daha sonraları 9-12. yüzyıllar arasında İslami yerleşimi olarak varlığını sürdürmüş. 17. yüzyılda ise yanı başına Belkıs köyü kurulmuştur.

Antakya'dan Çine uzanan ipek yolu Zeugma'dan geçmekteydi. Uzak doğudan getirilen ipek, baharat ve değerli taşlar Zeugma gümrüğünden geçerek Zeugma agorasında (Pazar yeri) tüccarlara pazarlanmıştır. Arşiv odasında ele geçen ve dünya rekorları kıran, 100.000. (yüzbin)'in üstündeki mühür baskıları Zeugma kentinin haberleşme ve ticaretteki önemini kanıtlamaktadır. Mühür baskıları papirus ve parşömen gibi mektuplarda, noter belgelerinde, para torbalarının ve gümrük balyalarının v.b. mühürlenmesinde kullanılmaktaydı. Zeugma bu bölgede ticaretin merkezi konumundaydı. Bu kent Roma'nın doğu sınırında en son kentlerden biri olması sebebiyle, stratejik konuma sahipti. Bu nedenle burada 6 bin askerden oluşan IV.Scythica Lejyonu konuşlandırılmıştır. Ticaretin yoğunluğu, askeri lejyonun ekonomiye katkısı dolayısıyla Zeugma kenti oldukça zenginleşmiştir. Bu zenginlikle birlikte “Fırat manzaralı teraslara” çok sayıda villalar inşa edilmiştir.

Zeugma'da, Fırat kıyısından küçük yükseltiler ve yamaçlarla 300m. yükselen akropol tepesinde tüccarların ve kentin koruyucusu Tykhe tapınağı mevcuttu. Bu tapınak Zeugma'nın kendi darp ettiği sikkeler üstüne resmedilmiştir. Kentin kuzeyinde toprak altında; agora, adion ve hamam gibi resmi binalar, batısında; tiyatro, askeri kamp, kuzey batısında; atölyeler, doğusunda ise villaların olduğu teraslar mevcuttur.
Evler ortasında bulunan sütunlu avluların etrafında yer alan odalara sahiptir. Evlerin tabanı mozaik, duvarlar fresklerle bezenmiş olup, odalar mobilya, heykel ve sair heykelciklerle donatılmıştır. Zeugma'lı mozaik ustası Fırat nehrinden topladığı nehir taşlarını 8-10mm ebadında kübik biçiminde keserek (tessera) mozaikleri yapmıştır. Şayet, açık mavi, açık ve koyu yeşil ve turuncu gibi renkte taşları doğa da bulamaz ise bu renkleri cam tesseralarla elde etmiştir. Mozaiklerde mitolojik ve tiyatro sahnelerinden seçilen konular işlenmiştir. Ele geçen mozaikler Roma İmparatorluğunun en zengin olduğu, sanatının doruğu ulaştığı 2. ve 3. yüzyıla aittir. Duvar resimlerinde ise tanrıça, insan, hayvan ve geometrik resimler kullanılmıştır. Renkler dün yapılmış gibi canlıdır. Bunun yanı sıra yontu sanatı da oldukca gelişmiştir. Öyleki Zeugma'nın kendine özgü heykeltraşlık ekolü oluşmuştur. Bronz, kireç taşı ve mermerden heykeller, sert kalkerden lahitler yapılmıştır. Erkekler için kartal, kadınlar için ise yün sepeti kabartmalı mezar stelleri de yontulmuştur. Yüzük taşı oymacılığında da (gem, kameo) Zeugma'lı ustalar çok başarılıdır. Antik dönemde varlıklı her kişinin bir yüzük mühürü mevcuttu.

Belkıs-Zeugma'da ilk kazı, 1987 yılında gerçekleştirilmiştir. Burada oda biçimli aile kaya mezarının ön terasına dizilmiş halde mezar sahiplerine ait heykeller bulunmuştur. Diğer kazı 1992 yılında yapılmış ve şarap tanrısı Dionysos ve eşi Ariadne'nin düğününün resimlendiği bir taban mozaiği ve villa gün ışığına çıkarılmıştır. 1998 yılında ise bu mozaiğin büyük kısmı çalınmıştır. Birecik Barajı sebebiyle Zeugma'da kurtarma kazılarının yapılması için bütün üniversitelere çağrı yapılmıştır. Hiç aralıksız süren katılımlı kazılarda Poseidon ve Euphrates villaları gün ışığına çıkarılmıştır. Mozaikler bu villaların sığ havuz, çeşme ve odaların tabanında yer almıştır. Bunlar, Truva savaşının anlatıldığı “Akhileus Skyros'da”, Venus'un Taçlandırılışı”, “Dionysos-Telete”, “Müsalar”, “Fırat nehir tanrıları” “Galatya”, “Dionysos-Ariadne, Satyros Antiope ve denizler tanrısı Poseidon vb. mitolojik sahnelerle, geometrik desenlerden oluşmaktadır. Fresk ve stüko tekniğinde yapılmış figürlü, bitkisel, geometrik duvar resimleri, çok sayıda sikkenin yanı sıra bronz ve pişmiş toprak heykelcik, kandil ve çömlekler bulunmuştur. Savaş tanrısı bronz Mars heykeli de bu buluntuların arasındadır. Sular yükselirken yapılan bu kurtarma kazılarında ele geçen mozaikler, freskler, mimari parçalar ve bz. tüm buluntuların çizimleri yapılıp belgelendikten sonra, su altında kalmaktan kurtarılarak Gaziantep Müzesine taşınmıştır.

Zeugma A-bölgesi su altında kaldığında, B- bölgesinde başlanan kurtarma kazılarına Zeugma kentinin evleri, kilisesi, arşivi ve stoası hakkında yeni bilgilere ulaşılmıştır. Ziyafet sofrası, Europa'nın kaçırılışı ve Eros mozaikleri, freskler gün ışığına çıkarılmıştır. I. Antiochos steli, heykelcikler, sikkeler, bronz kazanlar ve çömlekler bulunmuştur. Birecik baraj gölü sularının B bölgesine de ulaşması sebebiyle kurtarma kazı çalışmalarına 4 Ekim 2000 de son verilmiştir. Son durum itibariyle Zeugma'nın 4/1'i su altında kalmıştır.

Gaziantep Müze Müdürlüğü, Baraj gölü suyla dolduktan sonra da kazı çalışmalarını sürdürmüş olup, kıyıda tespit ettiği mozaikleri kaldırarak Müzeye taşımıştır. Dionysos villası tamemen, Danae villası ise kısmen gün ışığına çıkarılmıştır.

Gaziantep Muzesi

 
     
Yazma Eser Kütüphaneleri
Atıf Efendi Kütüphanesi
    Kapat
 

Atıf Efendi Kütüphanesi / 1741

Osmanlı Devleti’nde bağımsız binaya sahip ikinci kütüphane özelliğini taşıyan Atıf Efendi Kütüphanesi, I. Mahmut döneminde başdefterdarlık yapmış, divan sahibi şair Atıf Mustafa Efendi tarafından 1741 yılında İstanbul’un Vefa semtinde kurulmuştur. Atıf Efendi Kütüphanesi günümüzde Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağlı olarak çalışır.

Kütüphane binası XVIII. yüzyıl Türk Sivil Mimari Sanatı’nın inceliklerini yansıtan Türk Barok üslubunun en güzel örneklerdendir. Kütüphane’nin girişinde yer alan mermere yazılı vakfiyede kütüphanenin çalışma kuralları ve kütüphaneden nasıl yararlanılacağı açıklanmıştır.

Kurulduğunda 2857 adet kitaba sahip olan Atıf Efendi Kütüphanesi zamanla dermesini genişletmiştir. Yazma eserler içinde Nefi’nin evinde yazdığı divanın yanı sıra pek çok müellif hattı, çok eski tarihli nüshalar, güzel ciltler, tezhip ve minyatürlü eserlerle mühür albümleri yer almaktadır. Mehmet Zeki Pakalın’ın koleksiyonu da yine bu kütüphanenin dermesinde bulunmaktadır.

3.228 adet el yazması, 6.358 adet eski harfli basma eser bulunan kütüphanenin bugünkü dermesinde toplam kitap sayısı 25.905 adettir.

 
     
Ayasofya Müzesi I. Mahmud Kütüphanesi
    Kapat
 

AYASOFYA MÜZESİ I. MAHMUD KÜTÜPHANESİ


Ayasofya'nın güneyindeki iki payanda arasında yer alır. Türk yapı ve süsleme sanatının ilgi çekici bir eseridir. 1739 yılında I. Sultan Mahmud tarafından yaptırılmıştır.

Kütüphane, okuma salonu, Hazine-i Kütüb (kitapların korunduğu oda) ve bu iki bölümün arasındaki koridordan oluşur. Okuma odası, Ayasofya ana mekânından başlıkları baklava dilimli altı sütunun taşıdığı bir camekân ve bunu örten tunç şebeke ile ayrılır. Kütüphaneye girişi sağlayan iki kanatlı kapı da çiçek ve kıvrık dallarla süslü tunç şebeke ile kaplıdır ve "Ya Fettah" oymalı iki kulpu vardır. Okuma odasının duvarları çini ve yazı frizleriyle bezenmiştir. Kapının karşısındaki duvarda Sultan I. Mahmud'un yeşil çinilerle bordürlenmiş somakiden tuğrası yer almaktadır.

 

Okuma odası ile Hazine-i Kütüb'ü birleştiren koridor, çiçek, gül, karanfil, lale, servi motiflerinin görüldüğü çini panolarla bezelidir. Bu panolar renk ve şekil bakımından eşsizdir.

Hazine-i Kütüb 4 sütun ve bir seki ile birbirinden ayrılan iki mekândan oluşur. Birinci bölüm kubbe, diğeri aynalı tonozla örtülüdür. Kubbe sekiz köşeli bir kasnağa oturtulmuştur. Bu bölümün ortasına ahşap kitap dolabı yerleştirilmiştir. Koridordan bu bölüme girilen kapının iç tarafında Sultan I. Mahmud'un tuğrası ve bunun üstünde 15 beyitlik yapım kitabesi vardır ve şiirin sonuna h. 1152 (1739) tarihi eklenmiştir. Kubbe kasnağını siyah zemine sarı celî ile yazılmış bir yazı, duvarları ise kırmızı zemine altın yaldız talik bir yazı frizi süslemektedir. Ahşap kitap dolabını, kırmızı zemine altın yaldızı, talik yazı ile yazılmış, son beytinde yapım tarihi belirtilen Arapça bir kaside çevrelemektedir. Bu bölümde de duvarlar çiniyle bezelidir.

 

Kütüphanede 16-17-18. yüzyıllara ait İznik, Kütahya, Tekfur Sarayı çinileri bir arada kullanılmıştır. Hazine-i Kütüb'deki 16. yüzyıl İznik çinileriyle, koridorda aynı yüzyıla ait bahar açmış çiçek dalları kompozisyonu Türk çini sanatının en güzel örnekleridir.

Kütüphane tamamlandıktan sonra Sultan I. Mahmud Galata Saray-ı Humayun'daki kitapları buraya göndermiş, ayrıca Topkapı Sarayı Hazine-i Humayun'undaki değerli kitapları da, kendi mühürü ile mühürletip buraya vakfetmiştir. Şeyhülislâm Sadettin Efendi ve devlet ileri gelenlerinin de vakfettiği kitaplar vardır.

Kütüphanede yaklaşık 5000 el yazma kitap bulunuyordu. Bu kitaplar, 1969 yılında Süleymaniye Kütüphanesi'ne taşınmıştır.

 
     
Köprülü Kütüphanesi
    Kapat
 

Köprülü Kütüphanesi / 1678

İstanbul ili Eminönü’nde bulunan kütüphane, Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın oğlu Fazıl Ahmet Paşa (1635–1676) tarafından babasının vasiyeti üzerine yaptırılmıştır. Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa da 1678’de düzenlediği bir vakfiye ile kütüphanenin kuruluşunu tamamlamıştır.

İlk kuruluşunda 2000’in üzerinde kitap bulunan bu kütüphanede bugün Türkçe, Arapça ve Farsça dillerinde 3.000’e yakın yazma, 1.500’e yakın basma eser bulunmaktadır. Kütüphanedeki yazma ve basma eserler için yazar, kitap ve konu fihristleri Dewey Onlu Sistemine göre düzenlenmiştir. 

Köprülü Kütüphanesi tasarım olarak İstanbul’daki ilk bağımsız kütüphanelerden bir örnektir. Yapı taş ve tuğlanın almaşık düzenlemesi ile kurulmuştur. Kare planlı yapının üzeri pandantifli, dıştan sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş bir kubbe ile örtülmüştür. Batı yönünde dört basamakla çıkılan revaklı bölüm öne alınarak buraya T şeklinde bir düzenleme getirilmiştir. Altı mermer sütun üzerine baklava başlıklı, sivri kemerli revakın üzeri dört kubbe ile örtülmüştür. Revakın orta eksenindeki basık kemerli bir kapıdan kütüphaneye girilmektedir. 

İç mekân yanlarda altta birer, üstte ikişer, girişin karşısında altlı üstlü üçer pencere ile aydınlatılmıştır. Pencerelerin üzerlerinde sivri boşaltma kemerleri bulunmakta olup dikdörtgen sövelidirler. Pencereler dıştan köfeki taşından, içten de yalnızca alt pencereler mermer sövelidir. Kubbenin içerisi ve pandantifler kapı üzeri kalem işleri ile bezenmiştir. Burada kahverengi, siyah ve kırmızı renklerdeki bezemeler arasında “C” ve “S” kıvrımları dikkati çekmektedir.

Pandantiflerde ve  iç kapı üzerinde yazılı tarihlerden, yapının  1872 ve 1911 yıllarında onarıldığı anlaşılmaktadır.

 
     
Nuruosmaniye Kütüphanesi
    Kapat
 

Nuruosmaniye Kütüphanesi  / 1749

İstanbul Çemberlitaş’ta bulunan Nuruosmaniye Külliyesi Sultan I.Mahmut (1730–1754) döneminde 1749 yılında yapımına başlanmış, ölümünden bir yıl sonra Sultan III. Osman (1754–1757) tarafından tamamlanmıştır. Mimarı Sinan Kalfa’dır. Barok üsluptaki bu külliye cami, medrese, imaret, kütüphane, türbe, çeşme, sebil ve dükkânlardan meydana gelmiştir.

Nuruosmaniye Kütüphanesi Barok üslubun kendine özgü bir örneğidir. İki bölümden meydana gelen kütüphanenin ortası dört sütunun taşıdığı bir kubbe ile örtülmüş ve bu kubbenin çevresinde revaklı bir koridor oluşturulmuştur. Kubbe iki yandaki yarım kubbelerle desteklenmiştir. Revakların üzeri aynalı tonozlarla örtülüdür. Kütüphanenin 30 adet olan pencereleri barok üslubunun başlıca özelliği olan plasterlerle takviye edilmiştir. Kütüphanenin altında bir de bodrum katı vardır. Karmaşık bir plan düzeninde olan kütüphaneye dış avludan merdivenlerle çıkılmaktadır. Kütüphanenin alt katına neme karşı bodrum yapılmış, üst katı ise okuma salonu ve depoya ayrılmıştır. Kütüphanenin iki kapısı olup, bunlardan biri hümayun kapısıdır. Bu kapının üzerine “Beşikten mezara kadar ilim talep ediniz” anlamında Arapça bir kitabe yerleştirilmiştir.

Kütüphanenin Sultan III. Osman adına düzenlenmiş vakfiyesi bugün Topkapı Sarayı Müzesi’ndedir. Kütüphanede I. Mahmut ve III. Osman’ın kitapları ile Bayram Paşa’nın 79 yazma eseri başta olmak üzere yazma eserleri kapsamaktadır. Ayrıca kütüphanenin yeni eserler koleksiyonu da bulunmaktadır. Kütüphanedeki kitaplarda yazar ve eser adlarına göre ve Dewey Onlu tasnif sistemi uygulanmıştır.

 
     
Ragıp Paşa Kütüphanesi
    Kapat
 

Ragıp Paşa Kütüphanesi

Sultan III.Mustafa’nın Sadrazamı Koca Ragıp Paşa tarafından yaptırılan kütüphanenin yapımı 1763 tarihinde tamamlanmıştır.

Mimarı, Mimar Tahir Ağa denilse bile kesin bir bilgi mevcut değildir. Laleli semti Ordu Caddesi üzerinde 2500 m2 üzerinde geniş bir bahçenin ortasında 5 odalı bodrum üzerine bina edilmiştir. Koca Ragıp Paşa aynı bahçe içerisinde bir de sibyan mektebi yaptırmıştır. 

Kütüphanede İslami ilimler başta olmak üzere tarih, edebiyat ve diğer bilimlerle ilgili çoğunluğu Arapça eserler yer almaktadır. Kitapların 1.274'ü yazma, 1704'ü eski harfle basma ve 9000 adedi de yeni derlemedir.
Kütüphane, Süleymaniye Kütüphanesine bağlıdır

 
     
Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi
    Kapat
 

Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi 

1550-1557 yılları arasında, Kanuni Sultan Süleyman'ın Mimar Koca Sinan'a yaptırdığı Osmanlı Mimarisinin şaheserlerinden birisi, belki de en önemlisi olan Süleymaniye Külliyesi; Câmi, Dâru'l-Kurrâ, Mekteb-i Sıbyân; Evvel, Sâni, Sâlis ve Râbi medreseleri; Tıb Medresesi, Dâru'ş-şifâ; Dârü'z-ziyafe; Tabhâne; Dâru'l-hadîs; Dâru'l-mülâzimiye, Hamam, Sinan'ın mütevâzı türbesi ve avlu kapıları üzerinde bulunan bekçi evleri ile camiin kıblesindeki Kanuni'nin türbesi, Hürrem Sultan'ın türbesi ve kabristandan oluşan hazireden meydana gelmiştir.
İstanbul'un çeşitli semtlerinde kurulmuş vakıf kütüphaneleri 1918 yılından sonra Külliyenin 1. ve 2. medreselerinde bir araya getirilerek, medreseden kütüphaneye geçiş süreci başlamıştır. Adını cami içindeki özel bölmede bulunan ve bu süreçte medreseye taşınan kitaplardan alan kütüphane aslında …. tarihinde kurulmuştur. Bu güne kadar, sonradan yapılan bağışlarla birlikte Süleymaniye Kütüphanesindeki koleksiyon sayısı, 117 tanesi Osmanlı devrine ait olmak üzere 131’e ulaşmıştır.
Bunlar arasında çok sayıda padişah, şeyhulislam , kazasker, valide sultan, ağa, paşa, reisülküttab, medrese, tekke, dergah, vakıf, özel şahıs ve câmi kütüphanesi bulunmaktadır.
Süleymaniye kütüphanesi Türk-İslam Kültürünün ana kaynaklarından olan yazma ve kıymetli matbu eserleri bünyesinde barındıran, yerli ve yabancı araştırmacılara uluslar arası düzeyde hizmet sunan bir kuruluştur.
Kütüphanede cilt, tezhip, minyatür, hat, ebru ve levha gibi geleneksel sanatlarımızın en güzel örnekleri bulunmaktadır.
TC Kültür ve Turizm Bakanlığı

 
     
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi
    Kapat
 

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi

 

Topkapı Sarayı'nın 1924'te müze haline getirilmesinden sonra üçüncü avludaki Ağalar Camii onarıma alınarak kütüphaneye dönüştürülmüş, sarayın çeşitli bölümlerinden toplanan kitaplar daha önce bulundukları koğuş, köşk gibi yerlerin adlanna göre düzenlenmiştir.

Buna göre; Emanet Hazinesi, Hazine, Revan Köşkü, Bağdat Köşkü, Hırka-i Saadet, Mehmed Reşad ve Tiryal Hanım, Medine, Koğuşlar, Isfendiyaroğulları, Halil Han Arda, III. Ahmed ve Gayri İslami Yazmalar bölümler oluşturulmuştur.

Daha sonra satın alma ve bağış yoluyla gelen kitaplar ise Yeni Yazmalar Bölümü'nde toplanarak, sarayda bulunan III. Ahmed Kütüphanesi'ndeki kitaplar da 1966'da yeni kütüphaneye taşınmıştır.

Kütüphanedeki yaklaşık 13.450 yazmanın arasinda Türkçe, Farsça, Arapça eserlerin yanı sıra, Gayri İslami yazmalar adı altında toplanan Yunanca, Latince, Ermenice, Sırpça, İbranice ve Süryanice bir bölümü minyatürlü kitaplar da bulunur.

Kütüphanede kitaplar dışında ünlü Osmanlı hattatlarına ait hat örnekleri, bu sanatla ilgili kamış kalem, kalemdar, kalem çekmecesi, makas, kalemtraş gibi araçlar, ahşap Kur'an muhafazaları, rahle, mühür ve haritalar da bulunmaktadır.

Kuruluş yılı: 1928

Topkapı Sarayı, Sultanahmet (212) 512 04 80

Fax: (212) 522 44 22

Açık olduğu günler/saatler: Cumartesi, pazar hariç 09.00-17.00

 
     
Mevlana Celaleddin Rumi
Mevlananın Eserleri
    Kapat
 

Mevlananın Eserleri

Mesnevi

Mesnevi klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım türüne Mesnevi adı verilmiştir. Uzun sürecek konular veya hikayeler şiir yoluyla anlatılmak istendiğinde, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevi türü tercih edilirdi.

Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de, "Mesnevi" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevi'si" gelmektedir.

Mevlâna Mesnevi'yi Hüsameddin Çelebi'nin isteği üzerine yazmıştır. Mesnevi'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunulan en eski Mesnevi nüshasına göre beyit sayısı 25.618 dir. Mevlâna 6 ciltlik Mesnevi'sinde tasavvufi fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.

Dîvân-ı Kebir

Divân şairlerinin şiirlerini topladıkları deftere denir. "Divân-ı Kebir "Büyük Defter" veya "Büyük Divân" manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Divân-ı Kebir'in dili Farsça olmakla beraber, içinde Arapça, Türkçe ve Rumca şiire de yer verilmiştir.

Divân-ı Kebir 21 küçük divân (Bahir) ile rubâî divânının bir araya getirilmesi ile oluşmuştur. Divân-ı Kebir'in beyit sayısı 40.000'i aşmaktadır.

Mevlâna Divân-ı Kebir'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu divâna Divân-ı Şems de denmektedir. Divânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.

Mektûbât

Mevlâna'nın başta Selçuklu hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen dini ve ilmi konularda açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur.

Mevlâna bu mektuplarında, edebi mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır.

Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa, onu kullanmıştır.

Fîhi Mâ Fih

Fîhi Mâ Fih "Ne varsa içindedir" manasına gelmektedir. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetleri içermektedir. Bunların oğlu Sultan Veled tarafından bir kitapta toplandığı sanılmaktadır.

Eser 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da değinilmiştir. Bu nedenle bu eser tarihi açıdan da büyük bir önem taşımaktadır.

Eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret mürşid ve mürid, aşk ve sema gibi konular işlenmiştir.

Mecâlis-i Seb'a (Yedi Meclis)

Mecâlis-i Seb'a adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisinin, yedi vaazının toplanmasından meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlenmesi yapıldıktan sonra, Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği hadisleri şu konulara ayırmıştır:

1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı

2. Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış

3. İnanç'daki kudret

4. Tövbe edip doğru yolu bulanların Allah'ın sevgili kulu olacakları

5. Bilginin değeri

6. Gaflete dalış

7. Aklın önemi

Bu yedi mecliste, asıl şerh edilen hadiselerle beraber 41 hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her hadis içtimaidir. Mevlâna, yedi meclisinde her bölüme "hamd-ü sena" ve "münacat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufi görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir.

Bu yol Mesnevi'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.

 
     
Mevlananın Hayatı
    Kapat
 

Mevlâna (1207-1273)

 

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.

Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.   

Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrılmak zorunda kaldı. Bahaeddin Veled 'ın ilk durağı Nişâbur şehrinde, tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar.

 

1222 yılında Karaman'a gelen Bahaeddin Veled ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de iki oğlu ve bir kızı dünyaya geldi.

Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında olup Konya  bu devletin başşehridir ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad’dır. Konya ise Selçuklu Devleti’nin  en parlak devrini yaşadığı o devirde sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştır. 

Alâeddin Keykubad, Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya yerleşmesini istedi.

Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti.

Bahaeddin Veled, 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na (bugünkü yerine) defnedildi. Bahaeddin Veled ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu.
Mevlâna, 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü vefat etti.

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu.

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"

 
     
Müzeler
Londra Victoria - Albert Müzesi
    Kapat
 

Victoria ve Albert Müzesi

Londra, İngiltere 

Victoria ve Albert müzesinin tarihi düşük kaliteli İngiliz endüstriyel tasarımının, devlet destekli uygulamalı sanatlar okulunun kuruluşuna yönlendiği 1830 yılına kadar gider. Müzenin başlangıç kaynakları öğrenciler için toplanan malzemelerden oluşur.1851’de Londra’da yapılan ve İngiliz tasarımının diğer milettlerin ne kadar gerisinden geldiğini ortaya koyan çok başarılı büyük sergi etkinliğinden sonra  endişe daha da artmıştı. Buna karşın hükümet okulu resmi bir müze olarak yeniden organize etti. 1852’de kurulan müze mevcut yerine 1857’de taşınarak Güney Kensington müzesi adını aldı. 1899’da hüküm süren kraliçe ve kocasının(Prens Albert) adını alarak “Victoria ve Albert müzesi” adını aldı. 

Müzenin kurucuları için, İslami Ortadoğu ve Kuzey Afrika sanatları,geliştirmek istedikleri tasarım mükemmelliği prensiplerini somutlaştırmış ve 150 yıl boyunca müze dünyadaki en önemli islami eserler koleksiyonunu oluşturmuştu. Bugün müze 10.000’in üzerinde, 8. yüzyıldan 19. yüzyıla ve Fas’tan Orta Asya’ya kadar uzanan eserlerden oluşmaktadır. Bu istisnai eserler arasında M:S. 16. yüzyıl eseri İran Ardabil halısı, M.S. 11 yüzyıl’dan kaya kristal ibrik ve dünyanın en büyük islami seramik koleksiyonu  yer almaktadır. Müze aynı zamanda milli islamik tekstil koleksiyonunu sergilemektedir. 

Müze şu anda ana islami Ortadoğu galerisini “jameel galerisi” olarak adlandırılmak üzere yeniden düzenlemekte ve geliştirmektedir ve 2006 yılında açılacaktır. Yeni sergi, islami sanatın 19. yüzyılda beğenildiği şekilde görsel özelliklerini vurgulamak üzere tasarlanmış ve aynı zamanda objelerin tarihi ve sosyal özelliklerini interaktif ve öğretici biçimde sergilemektedir. Temalara göre bir sergileme yapılacak ve aynı zamanda Osmanlı imparatorluğu, Safavi İran ve Quajar İran bölümleri olacaktır. Bir bölüm geçici sergilere ayrılacaktır.

 
     
Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu
    Kapat
 

 

Türk çini sanatını canlandırmak, yeni bir yön ve hız vermek amacıyla Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) tarafından 1891 yılında Yıldız Sarayı bahçesinde Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu kurulmuştur. Hemen üretime başlayan Fabrika, 1894 depreminde zarar görmüş, aynı yıl İtalyan Mimar Raimondo d’Aronco’ya adeta yeniden yaptırılmıştır.

 

Sultan II. Abdülhamid’in sanata olan ilgisi, Batı ülkelerini görüp yeni teknolojilerin ülkeye getirilme isteği, Anadolu'da yüzyıllar boyunca geliştirilmiş olan çini ve seramik sanatının yeniden canlandırılması düşüncesi, bu Fabrika’nın yapımında etkili olmuştur. Fabrika’nın kuruluşunda gerekli olan ileri teknoloji, her türlü malzeme ve kalıp, Fransa'daki Sèvres ve Limoges fabrikalarından getirilmiştir. Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu’nda üretilen eserlerin tümünde, Fabrika’nın orijinal amblemi olan ay-yıldız damgası yer almaktadır. Damganın hemen altında, eserin hangi yılda üretildiği yazılıdır. Bazılarında bir köşede ya da eserin altında sanatçının adı bulunmaktadır. Eserlerin bazılarında ise, Osmanlı arması, sultanın adının baş harfleri ve tuğrası bulunur.

 

Hereke Fabrikası gibi bir imparatorluk fabrikası olan Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu’nda üretilen porselenler, öncelikli olarak son dönem saray, köşk ve kasırların dekorasyonunda kullanılmış ve armağan olarak yabancı hanedanlara sunulmuştur.

 

Fabrikada birçok yerli ve yabancı sanatçı çalışmıştır. Bu sanatçıların en önemlilerinden biri olan Halid Naci, padişah tarafından yetiştirilmek üzere Sèvres Porselen Fabrikası'na gönderilmiştir. Burada çini ressamlığı öğrenen Naci, Yıldız Çini Fabrikası baş ressamlığına atanmış, fabrikanın resim ve süsleme işlerini uzun yıllar idare etmiş, birçok esere imzasını atmıştır. Fabrikanın kurulduğu ilk yıllarda üretilen eserler, form ve bezeme açısından Fransız porselenlerinin etkisindedir.

 

Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu’ndaki üretim, 1909 yılında, Sultan II. Abdülhamid’in tahtan indirilmesiyle durdurulmuştur. Bu dönemde Müze-i Hümâyûn Müdürlüğü'ne bağlanan fabrikanın yeniden üretime geçmesi için Müze-i Hümâyûn’un müdürü olan Osman Hamdi Bey girişimlerde bulunmuştur. 1910 yılında Osman Hamdi Bey'in ölümüyle Halil Edhem Bey, Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu'nu yeniden çalıştırma hazırlıklarına başlar ve 1911 yılında fabrikada yeniden üretime geçilir. Birinci Dünya Savaşı'nda (1914-1918) ülkenin gereksinim duyduğu telefon ve telgraf izolatörleri için porselen fincanların üretimi yapılmıştır.

 

Cumhuriyet Dönemi’nde bir süre Sümerbank çatısı altında üretimini sürdüren fabrika, 1994 yılında Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlanmıştır.

 

Günümüzde müze-fabrika olarak benzerleri arasında özel bir konumu olan Yıldız Porselen Fabrikası, bir yandan günümüz insanının beğenisine yönelik porselen eşya üretimini sürdürmekte, öte yandan da kuruluş yıllarında yaptığı ürünlerin replikalarını üreterek, bir dönem estetiğinin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayacak projeler geliştirmektedir. Bu ürünler Milli Saraylar bünyesindeki satış mağazalarında ilgililere sunulmaktadır.

 

Fabrikanın logosu yenilenerek, marka koruma hakkının alınabilmesi için Türk Patent Enstitüsü’ne (TPE) yapılan başvuru kabul edilmiş ve 28 Ağustos 2009 tarihinden itibaren 10 yıl süreli olmak üzere belge tescili yapılmıştır.

 

TBMM millisaraylar.gov.tr

 
     
› Kategorilerden bazıları
Birsen Malkoç
Tüm hakları saklıdır. © 2024 idesanat.com
Önemli Bilgiler
1. İçeriğimizi başka bir sitede paylaşıyorsanız, lütfen kaynak belirtmeyi unutmayın, ilginize teşekkür ederiz.
2. Sitemizde bulunan bir içeriğin telif haklarına veya yasalara aykırı olduğunu düşünüyorsanız lütfen bize bildirin.